25.01.2021

Tarihi Mekânları Korumada Unutulan Boyut: Erişilebilirlik

Yazan: Ayşe Nilay Evcil*

Bugün artık engelsiz kentlerde yaşamak çok uzak bir hayal gibi görünmüyor. 2005 yılında çıkan, halk arasında Özürlüler Yasası olarak adlandırılan 5378 sayılı yasadan bu yana Türkiye başta fiziksel olmak üzere yaşamdaki türlü engelleri kaldırmak, herkese daha yaşanılabilir bir ülke sunmak için olumlu çalışmalar yürütüyor. Henüz daha yolun başındayız ama başardıklarımız yeni başarılar için motivasyon olmalı. Bu yazının konusu, ülkemizde yeni konuşulan, bu nedenle de az sayıda örnek uygulaması olan tarihi yapı ve çevrelerin korunmasında unutulan fiziki erişilebilirlikle ilgili.

ERİŞİLEBİLİRLİK VE MEVZUAT
“Erişilebilirlik en genel ifadeyle, hiçbir engellinin, özellikle kamusal alana erişme hakkının kısıtlanmaması ve kullanılabilirliğinin sağlanması; yani okul, hastane, alışveriş merkezi, restoran, park, banka, devlet idareleri, hizmet sunan ofisler vb. herkesin günlük yaşamda girip çıktığı her yere girebilmesi ve kamusal aktiviteye katılabilmesi anlamına gelmektedir.”(Evcil, 2014:67). Bu yazıda erişilebilirlik özellikle fiziki boyutuyla ele alınacak olup, hiç kimsenin kamusal yaşamdan dışlanmaması için alınacak önlemleri içermektedir. Dolayısıyla erişilebilirlik yapılı çevrede bir kısıtlama değil, “insanlığa doğru büyük algısal bir yönelim” (Davies ve Lifchez, 1987:49) olarak görülmelidir. 2000’li yılların başında ülkemizde henüz akademik çevrelerde bile telaffuz edilmeyen erişilebilirlik, günümüzde sadece engelliler için değil, toplumdaki herkes için bir hak, gereklilik ve mesleki sorumluluk alanı olarak geniş kitlelerce kabul görmektedir.

Bugün ülkemizde azımsanmayacak bir başarı sağlanmış olmakla birlikte hala eksiklikler vardır. Öncelikli olarak kamusal yaşamın gerçekleştiği mekânlar erişilebilir olmalıdır ve halen bu hedefe ulaşma çabaları sürmektedir. Konuyu önce mevzuat açısından incelemekte fayda vardır. Ülkemizde kamunun yani herkesin kullandığı yapıların, açık alanların ve toplu taşıma araçlarının erişilebilirlik düzeyinin ve standartlara uygunluğunun tespiti ve eksikliklerin/hataların giderilmesi için 20 Temmuz 2013 tarihli Erişilebilirlik İzleme ve Denetleme Yönetmeliği hükümleri geçerlidir. Ancak bu yönetmeliğin tarihi yapı ve çevreler konusundaki hükümleri daha baştan bu yapı ve çevrelerin herkes için “erişilebilir olmayacağı” yönündedir. Başka bir ifadeyle yönetmelik, tarihi çevrelerin erişilebilirliğini bireyin hak ve özgürlüğünün üstünde tutmuştur. “Erişilebilirlik İzleme ve Denetleme Yönetmeliği ekleri içinde Yapının Özellikleri başlığı altında ‘A12 Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmeliğe göre yapı tescilli midir?’ sorusu yer almaktadır. Eğer yapı tescilli ise, yapının erişilebilirliği ile ilgili bir işlem yapılmamaktadır.”(Güler ve Tutal, 2017:353). Bu durumda kamusal hayatın cereyan ettiği pek çok işlevi barındıran tarihi yapı ve çevrelerin erişilebilirlik sağlama zorunluluğu kalkmaktadır.

Oysa erişilebilirliğin devamlı olması şarttır. İstisnası olamaz. Tarihi yapı ve çevreler de buna dâhildir. Ancak tıpkı restorasyon sürecinde olduğu gibi tarihi yapı ve çevreler daha titiz ele alınmalı, herkesin kullanabilmesini sağlayacak biçimde çözümler aranmalıdır. Dünyada en eski ve gelişmiş engelliler yasasına sahip olan ülke ABD’dir ve ilgili yasala-rında (ADA-American with Disabilities Act)

“Tarihi yapılar ADA zorunluluklarının dışında bırakılamaz.” (Jester ve Park, 1993) ifadesi yer alır. Çünkü kamuya hizmet eden tüm yapılara engelsiz erişilebilmesi hem insan hakkı hem de vatandaşlık hakkıdır. Konuya bu perspektiften bakılması yani “vatandaşlık ve haklar ekseninde şekillenmesi” (Bezmez ve Yardımcı, 2013:116) sorunun çözümünde önemli bir başlangıçtır. Zira tüm kentte olduğu gibi, tarihi çevrelerde de erişilebilirliğin tahsis edilmesi, bir lütuf veya iyi niyet gösterisi değildir. Erişilebilirlik kentte yaşayan herkesin günlük hayatının geçtiği her yapı, alan için gereklidir; buna boş zaman aktiviteleri, geziler, müzeler de dâhildir.

İngiltere’de yürürlükte olan Engelli Ayrımcılık Yasası da (Disability Discrimination Act, DDA) tıpkı ADA gibi tarihi çevrelerin erişilebilir olması gerektiğini savunur. Tarihi yapı ve mekânları kullanarak değerini arttırmak ve bu eserden faydalanmak hakkına sahip herkesin bu işi sahiplenmesi, yapıyı tanıması Segesta Deklarasyonu’nda belirtilen ve uluslararası  kabul gören bir prensiptir (Preira, 2007). Özet olarak erişilebilirlik korunması gerekli miras alanlarında da, yere özgü yaklaşım ve çözümlerle, yapının özgünlüğüne zarar vermeden sağlanabilir.

TARİHİ YAPI VE ÇEVRELERDE ERİŞİLEBİLİRLİK BİR AYRICALIK MI?
Tarihi yapı ve çevreler şüphesiz ki toplumların kültürel hayatlarının önemli bir parçasıdır. Yaşayan tarihtir. Gelecek nesillere aktarılması gereken mirastır. Sadece o ülkenin, toplumun değil, dünyanın zenginliğidir. Bu yapı ve çevreleri korumak onları sahiplenmek, doğru yöntemler kullanarak restorasyon yapmak yapının doğru bir işlevle hayatın içinde olmasını sağlamakla mümkündür. Başka bir deyişle gündelik hayatın içinde onları da kullanabilmek, en az ve en doğru müdahalelerle restore etmek gerekmektedir. Hepimizin bildiği gibi bu yapı ve çevreleri günümüzün konfor koşullarıyla (yangın ve güvenlik sistemleri, su, elektrik, ısıtma, internet bağlantıları vb.) yani teknik alt yapı sistemleriyle donatıyoruz. Bunun bir gereklilik olduğunu kabul ediyoruz. Başka bir ifadeyle hiçbir tarihi yapıyı yapıldığı dönemde elektrik tesisatı olmadığı için kandille gezmiyoruz veya kanalizasyon olmadığı gerekçesiyle tuvalet ihtiyacı için başka bir yere gitmiyoruz. Kısaca yapıya kendi konforumuz için müdahale ediyoruz. Ancak maalesef bu müdahaleler yine sağlam, hiçbir engeli olmayan, genç bedenler için düşünülüyor. Yine “sağlıklı” bedenler (İngilizce “able bodied” olarak tanımlanan) yalnızca kendilerinin hakkıymışçasına karar vererek, kural koyuyor ve yine bedensel farklılıkları yüzünden birilerinin dışlanmasına sebep oluyorlar. Oysa günümüzde konforumuz için teknik altyapı sistemleriyle donatabildiğimiz tarihi yapı ve çevreler, aynı titizlik ve özenle herkes için erişilebilir detayları/çözümleri de içerebilir. Erişilebilirlik ve restorasyon konusunda uzmanların ortak çalışmaları suretiyle bu yapı ve çevreler toplumdaki herkesi kapsayıcı olabilir. Burada önemli olan bakış açısıdır. Tarihi yapı ve çevrede erişilebilirlik için bazı önlemlerin alınmış olması (döşeme malzemesinin değiştirilmesi, rampa, asansör, korkuluk konulması gibi) onların tarihi ve özgün olan değerinin düşürülmesi değildir, aksine daha çok kişi tarafından kullanılması, benimsenmesi ve sahiplenilmesi anlamı taşımaktadır.

Aslında koruma ve erişilebilirlik kavramları arasında çelişen bir durum da yoktur. Çelişki korumanın yanlış yorumlanması, tanımlanmasındadır. Korumayı Smith (2006) şöyle tanımlamaktadır:

  • Bir binanın sosyal açıdan faydalı bir amaca uygun hale getirilmesi,
  • Kültürel mirasın hayatını uzatan tüm eylemlerin yapılması.

Bu durumda yapının kimliğine özgün biçimde kullanılması için erişilebilir olması gereklidir. Tarihi mekânların kullanılarak değerlerinin yükseltilmesinde erişilebilirlik kamusal bir hizmet olarak görülmelidir.

SORUNUN TEMELİ EĞİTİM: FARKINDALIK VE ÖZGÜNLÜK
“İki insan birbirinin farkına varınca iletişim başlar” diyor Doğan Cüceloğlu. Tarihi çevre koruma uzmanları, mimarlar, arkeologlar, restoratörler, kent plancıları vb. eğitimleri boyunca ve hatta mesleki uygulamalarında da engelli bir bireyin gereksinimlerinin ne kadar farkında olmuşlardır? Maalesef birbirlerinin farkına varmadıkları için birbirleriyle iletişime de geçememektedirler. Sorunun temelinde uzmanların farklı gereksinimi olan insanların farkına varması önemlidir (Evcil, 2010). Farkındalık küçük yaşlarda, kreş ve anaokulunda başlamalı, mesleki eğitim düzeyinde teknik bilgilerle bütünleşmelidir. Bugün ülkemizde hala mimarlık eğitimi içinde farklı insanlık halleri ve onların fiziksel çevreden beklentileri konusunda yeterince ders verilmemektedir. 2012’de Türkiye’deki mimarlık eğitimi veren devlet ve vakıf üniversitelerinden yalnızca %18,4’ünde evrensel tasarım, herkes için tasarım, yaşlı ve engelliler için çevre ve mekân tasarımı terimlerini içeren ders olduğu tespit edilmiştir (Evcil, 2012). Bu dersler de seçimlik dersler kategorisinde yer almaktadır. Oysa “Yüksek Öğretim Kurumu-YÖK 30.09.2011 tarih 041995 sayı ile tüm üniversitelere herkes için tasarım konusunun müfredata dâhil edilmesine ilişkin kapsamlı bir yazı göndermiştir.” (Evcil, 2012:109). Üniversitelere gönderdiği tavsiye kararında tasarım eğitimi verilen lisans düzeyindeki bölümlerde engellilik ve erişilebilirlik konularının ayrı bir ders olarak okutulmasını istemektedir. Mesleki eğitimleri esnasında bu bilinci almamış olan uzmanlar, sahaya çıktıklarında erişilebilir mekân ve çevreler düzenlemekten uzaktır. Çünkü Cüceloğlu’nun dediği gibi henüz engelli bireyin farkında olmadıkları için onunla iletişime geçememişlerdir.

Yerel yönetimlerin ve kamu kuruluşlarının da engelliler, yaşlılar, çocuklar, geçici sakatlık geçirenler gibi farklı insanlık durumlarının farkına varmaları da engelsiz kente doğru giden yolda önemlidir. Paydaşlardan biri şüphesiz ki yerel yönetimler ve halka hizmet sunan kamu kuruluşlarıdır. Onların farkındalığı ve toplumdaki farklı insanlık durumlarına sahip bireylerle iletişime geçmeleri halinde doğru çözümlere ulaşılabilir. Aksi halde iyi niyetli ama bilinçsiz, sürdürülebilir olmayan, sadece görev gibi yapılan çözümler ülkemizde erişilebilir çevrelere kavuşmamıza yetmez.

Eğitim sürecinde farkındalığın yanında, restorasyonda yaygın konu olan “özgünlüğü bozmak” meselesi de yeniden tartışılmalıdır. Neyin özgünlüğü bozduğu veya bozabileceği bilimsel ortamlarda tartışılmalıdır. Tarihi yapı ve çevrelerde erişilebilirlik olanaklarının da restorasyon sırasında yangın ve güvenlik önlemi gibi, elektrik, su, kanalizasyon, internet bağlantıları gibi günlük yaşam şartlarının gereği halka sunulan bir hizmet olduğu görüşü benimsenmelidir. Bu boyutuyla, yeni teknolojiler kullanılarak yapı ve çevrenin özgünlüğünü bozmayan çözümler üretilmesi bilimsel ortamlarda aranmalıdır. Her yapı ve çevre kendi özgün nitelikleri sebebiyle farklı çözümleri gerektirse de iyi uygulama örneklerinin artması erişilebilirlik hizmetinin yaygınlaşmasını ve benimsenmesini sağlayacaktır.

TARİHİ YAPI VE ÇEVRELERDE ERİŞİLEBİLİRLİK VE TURİZM
Tarihi yapı ve çevrelerde erişilebilir koşulların arttırılmasının turizme de katkısı olduğu açıktır. Üstelik bu şartların sağlanmasından sadece engelli bireyler değil, yaşlılar veya çocuklu ebeveynler veya kısa süreli sakatlık geçirenler de fayda sağlayacaktır. Dünyada insan ömrünün uzaması ve aktif iş yaşamı sonrası dönemin daha konforlu ve sağlıklı geçirilme olanaklarının artması da engelli bireylerin turizmdeki tercihlerine benzer talepler yaratmıştır. Bunlardan biri de hiç şüphesiz tarihi çevre ve yapıların gezilmesidir. Turizmdeki bu yeni pazarın farkına varan ülkeler, turizm olanaklarını bu yeni müşteri kitlesini düşünerek yenilemektedir. Üstelik bu müşteri kitlesi için tasarlanan her yatırım toplumun geri kalanı için de kullanılabilir niteliklidir. Yani olanakların iyileştirilmesi ve geliştirilmesi aslında herkese hitap etmeye devam etmekle birlikte müşteri portföyünü geliştirmek demektir.

Avrupa Erişilebilir Turizm Ağı (European Network for Accessible Tourism-ENAT) Avrupa’da erişilebilir turizm olanaklarının arttırılması için çalışmalar yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Türkiye’de de Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB)’ne bağlı Herkes İçin Engelsiz Turizm Komisyonu ENAT üyesidir. Gerek Avrupa’da gerekse dünyada engelsiz turizmin arttırılması için çaba sarf eden kuruluşlar da her geçen gün artmaktadır. Bunlardan Pantu, Avrupa’da başlayıp, bugün dünyada erişilebilir turizm olanakları sunan tedarikçiler rehberidir. Avrupalı Seçkin Destinasyonlar Girişimi (European Destination of Excellence-EDEN) ve Yavaş Şehir (CittaSlow) uygulamalarında da açıkça engellilerin turizme katılmasına destek verilmektedir.

  • Erişilebilirlik başlığı altında müze olarak kullanılan tarihi yapı ve çevrelerde şunlar düşünülmelidir:
  • Erişilebilir otopark,
  • Giriş rampaları, üst kat ve kotlara ulaşımın sağlanması (asansör, rampa veya lift kullanarak),
  • Erişilebilir tuvaletler,
  • Kafe, satış birimi vb. tüm hizmetlerin erişilebilir olması,
  • Müzelerde dokunarak gezme olanakları,
  • Braille yazısı ve işitsel sistemlerle hizmet sunulması (örneğin tanırım broşürleri, menüler vb.)
  • Müzelerde sesli betimlemeler,
  • Web sitelerinde gerçek, güncel bilgilerle engellileri de kapsayan bir altyapı ile hizmet sunulması,
  • İşaret dili rehberleri,
  • Kabartma (üç boyutlu) haritaların kullanılması,
  • Kılavuz köpek kullanımına olanak verilmesi.

TARİHİ YAPI VE ÇEVRELERDE KULLANILABİLECEK ERİŞİLEBİLİRLİK KONTROL LİSTESİ
Tarihi yapı ve çevreler, öncelikle restorasyon sırasında herkes için erişilebilir olanaklara kavuşturulmalıdır. Bu herkesi kucaklayan, herkes için tasarım anlayışının uygulandığı en doğru ve tutarlı çözüm olacaktır. Bu sayede hem yapı ve çevrenin özgünlüğünün de korunması hem de yanlış, sakil ve zorlama uygulamaların da ortadan kaldırılmasını sağlar. Ancak bu aşama bitmiş ise yeni uzman görüşleri alınarak tarihi yapı ve çevrelerin özgün niteliklerinin değerlendirildiği erişilebilirlik planı yapılmalıdır. Kabaca ve en genel anlamda tarihi yapı ve çevrelerde erişilebilirliği sağlamak için aşağıdaki gibi bir kontrol listesi kullanılabilir (Uygulamada ilgili standartlara bakılmalıdır.)[1]:

Çevreye ait erişilebilirlik;

  • Erişilebilir araç park yerleri var mı, yeterli sayıda mı?
  • Erişilebilir araç parkı bina ana girişine yakın mı?
  • Alanın yakın çevresindeki kaldırımlarda rampa var mı? Varsa eğimleri, genişlikleri, yüzey malzemeleri, korkuluk ve küpeştesi uygun mu?
  • Araç parkından sonra bina girişine giden güzergâh erişilebilir mi? (Zemin malzemesi hareketi zorlaştırmayan malzemeden olmalı, varsa eğimleri gerekli çözümlerle aşılabilmeli-rampa gibi, giriş kolay algılanabilmeli-yönlendirici levha gibi, Braille alfabeli açıklama ve/veya kabartma harita sağlanmalıdır.)
  • Yapıya girişte veya gezi güzergahı pürüzsüz yüzeyli, kaymaz bir yürüme güzergâhı var mı? (Araç parkı-yapı arasından bağımsız veya birlikte düşünülmelidir.)

Girişte sağlanması gereken erişilebilirlik;

  • En az bir erişilebilir (herkes için kullanıma uygun) giriş var mı?
  • Erişebilir olmayan girişlerde en yakın erişilebilir girişi gösteren levhalar mevcut mu?
  • Yapıya düzayak giriş mevcut mu? Veya eşikler erişilebilir hale getirilmiş mi?
  • Kapı genişliği uygun mu?
  • Kapıları tekerlekli sandalye kullanıcılarının açabilmesi için, kapının çekme tarafında yeterli alan var mı?
  • Kapı kolu yüksekliği ve kapı kolu tipi herkesin kullanımına uygun mu?

Gezinti güzergâhında erişilebilirlik;

  • Yapının içindeki tüm hizmet alanlarına (tuvalet, telefon, acil çıkış, kafe, satış ünitelerivb.) erişilebiliyor mu?
  • Yapı içinde yatay sirkülasyon için kullanılan koridorların genişliği uygun mu?
  • Yapı içinde tekerlekli sandalye kullanıcılarının dönüşleri için yeterli sirkülasyon alanı bırakılmış mı?
  • Yapıda iç mekânlarda gezerken beyaz baston kullanılması mümkün mü?
  • Merdivenler kaymaz bir malzeme ile kaplanmış mı?
  • Merdivenlerin her iki yanında korkuluk ve küpeşte mevcut mu? Yüksekliği uygun mu?
  • Gezinti güzergahında çeşitli biçimlerde (Braille alfabesiyle, piktogramlarla, kılavuz çizgiyle, yazı ile) yönlendirme yapılmış mı?
  • Herkes için kullanılabilir acil çıkışlar var mı?

Tuvaletlerde erişilebilirlik;

  • Herkes için kullanılabilir tuvalet (uygun donanımlı ve boyutlandırılmış) var mı?
  • Bebek bakım alanı mevcut mu?

Diğer tesislerin/olanakların erişilebilirliği;

  • Telefon gibi duvarla bağlantısı olan objeler beyaz baston ile tespit edilebilir mi?
  • İç ve dış mekanlarda kılavuz köpek kullanma olanakları var mı?
  • Gerekli yerlerde sesli betimlemeler ve sesli/görsel uyarıcılar (örneğin dijital yazılı panolar) var mı?

ÖRNEKLER
Tarihi yapı ve çevrelerin herkes için erişilebilir olanaklara kavuşturulmasında güzel örneklerden biri Dublin’deki Trinity College’dir. 1592’de kurulan kolej pek çok 18. ve 19. Yüzyıl dönemi korunacak yapıdan oluşmaktadır. Yılda 500 bin kişinin erişebildiği kampüsün 18 bin öğrencisi vardır. Kampüste binalar arası yaya ulaşımı Arnavut kaldırımı tabir ettiğimiz döşeme ile kaplıdır. 1990-2005 yılları arasında kampüste fiziki erişimi sağlamak için çeşitli geçici çözümler (örneğin bina girişlerinde ve iç mekânlardaki kot farklılıklarında sökülüp takılabilir rampalar) kullanılmıştır. 2008 yılında Erişim Denetimi (Access Audit) tamamlanmış ve erişimde önceliklendirilmiş alanlar uygulama planı geliştirilmiştir. Erişilebilirliğin sağlanmasında, tüm paydaşların görüşleri/talepleri alınmış; kullanım düzeyi, paydaş görüşleri, mekânın özellikleri, maliyet konuları değerlendirilmiş ve acil eylem olarak en ucuz maliyetli çalışmalardan başlayarak uygulamaya geçilmiştir. Kısa vadede, güvenli yolların yapılması, erişilebilir tuvaletler, rampalar, bina girişleri, tabelalar, indüksiyon döngüleri ve alarm sistemlerinin uygulanması tamamlanmıştır. Ardından uzun vadeli iyileştirme çalışmaları başlamıştır. Uzun istişarelerden sonra tarihi Arnavut kaldırım taşlarının bir kısmını pürüzsüz taş döşeme ile değiştirmek için izin verilmiştir (Şekil 1). Herkes, tarihi mekândaki bu değişimi ve görsel etkilerini kabul etmeyebilir ancak çoğu insan pürüzsüz malzemeyle oluşturulan bu yeni rotaları tercih eder olmuştur. Öte yandan, bina girişlerine otomatik kapı açma sistemleri konulmuştur. Dar olan çift kanatlı kapılar daha geniş olan tek kanatlı kapılara dönüştürülmüştür. Uygulamalar sürerken tüm tasarım ekibi erişim gereksinimleri konusunda tam olarak bilgilendirilmiştir. Rampanın yetersiz kaldığı girişler ve kot farklılıkları için platform asansörler kullanılmıştır (Şekil 2). Kampüs içinde yer alan ve tarihi olmayan yapıların da iç ve dış mekânlarındaki erişilebilirlik eksiklikleri giderilmiştir (detay için bakınız Rogerson, 2011).

Bir başka örnek yapı Polonya Katowice Müzik Akademisi’dir. Akademi beş binadan oluşmaktadır ve yapı kompleksi renovasyon projesiyle 2011 yılında Tokyo’da yapılan24. Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA) toplantısında UIA Herkes İçin Mimarlık Çalışma Grubu tarafından düzenlenen 2. Bölge En Başarılı Kullanıcı Dostu Mekânlar ödülüne layık görülmüştür. Kompleksteki tarihi yapılar 1899’da yapılmış neo-Gotik tarzındadır (Şekil 3). Mimarları Konior Studio, Barzysz Konior’un çıkış noktası, kamusal bir mekânın herkes için erişilebilir, kullanılabilir olmasıdır. Tasarımcılar, tarihi binaya eklemlenen yeni bir strüktür ile açık alan oluşturmuşlar, burayı cam bir çatı ile örterek iç avlu yaratmışlar ve mekânlar arası geçişleri herkese uygun rampalarla sağlamışlardır. Bunun yanı sıra yapının tümünde erişilebilirlik kalitesi ve projeye entegrasyonu sağlanmış; bu durum değerlendirmede etkili olmuştur (Şekil 4). “Bu yarışma deneyiminden elde ettiğimiz birkaç sonuca değinmek gerekirse, öncelikle tasarımda erişilebilirliğin önemli bir kriterinin, tasarımın samimi ve kullanıcı dostu bir tutum sergileyebilme potansiyeli ile doğru orantılı olduğunu söyleyebiliriz. Mimar ise bu problemi yerleşim plan ve kararları alındıktan sonra üzerine eklemlenen teknik hünerler ile çözümlemek yerine, tasarım sürecinde başından sonuna kadar benimsenecek temel unsurlardan biri olarak algılamalıdır.” (Chwalibog, 2009).

Bu yazıda verilecek son örnek ülkemizden seçilmiştir. Sakarya ilinin Taraklı ilçesi, 2013 yılında EDEN tarafından “Erişilebilir Turizm” teması kapsamında ödüle layık bulunmuştur (Şekil 5). Her yıl bir tema belirleyen EDEN2013 yılı için turizmde erişilebilir destinasyonları öne çıkarmayı hedeflemiştir. EDEN bu ödülle erişilebilir turizm potansiyeli olan Taraklı’yı dünyaya tanıtmıştır. Taraklı 2013 yılında ödüle layık görülen 19 destinasyondan biridir. Taraklı merkezde 2983 kişinin (2010yılı itibariyle) oturduğu, tarihçesi 1289’a kadar giden küçük bir yerleşim yeridir. EDEN’in 2013 yılı kazananlarının tanıtıldığı web sayfasında (URL 1) gezilecek tüm önemli noktaların ve altyapının da engelsiz olduğu belirtilmektedir. Ancak yöredeki Osmanlı dönemi sivil mimarlık örneklerinden olan ahşap konakları özellikle tekerlekli sandalyeliler için uygun değildir (Şekil 6), bu konunun bu yazıda da belirtilen tarihi yapıların herkes için erişilebilir olmasında karşılaşılan sorunlardan biriyle -özgünlükle- ilgili olduğu düşünülmektedir. Taraklı aynı zamanda bir “sakin şehir” (Yavaş Şehir – CittaSlow, 2011) olduğu için bu sorunu aşabilir. Çünkü sakin şehir kriterlerinde de herkes için kaliteli yaşam alanları oluşturulması hedeflenmektedir (Şekil 7). Ancak Taraklı Belediyesi ve Kaymakamlığı güncel resmi internet sitelerinde yerleşimde erişilebilir iyileştirmeler ve projeler görülememiştir. Hatta aldığı bu ödülle ilgili bilgilendirme, süreçler ve gelecekte yapılması düşünülenler de bulunamamıştır (URL 2 ve URL 3).

SONUÇ
Yazımın başında iyimser cümlelerim oldu. Engelsiz kentlerde yaşayacağımıza olan inancımdan söz ettim. Ancak arkasından da tarihi yapı ve çevrelerdeki olumsuz tabloyu yazdım. Bu durumda kendimle çeliştiğimi düşünebilirsiniz.

Ancak, 2005’ten bu yana ülkemizde hiç de azımsanmayacak ilerlemeler kaydedildi. Öte yandan, daha çok ve hızla ilerlememiz gereken uzun bir yolumuz olduğu da bir gerçek. Engellilerin ve yaşadığımız çevrede bizim yarattığımız engellerin farkına varan gençler henüz yeni yeni mesleklerinde olgunlaşıyor. Gelecekte bu bilinçte olan, engeller ve engelliler konusunda farkındalığı olan daha çok gencimiz olacak. Yasalar ve standartlar çıkararak önemli bir eksiğimizi kapattık. Ancak yasanın ilgili yönetmeliklerinde revizyona gidilmesi gerektiği anlaşılıyor. Bu yazıda uzun uzun söz edildiği üzere, mevcut yönetmelikte tarihi yapı ve çevrelerin erişilebilirlik konusunda muaf tutulması düzeltilmelidir. Dünyadaki pek çok güzel örnek erişilebilir niteliklere kavuşmuş olan tarihi mekânlarda tarihi eserin özgünlüğünün bozulmadığını kanıtlamaktadır. Erişilebilirlik ve restorasyon uzmanlarının tarihi yapı ve çevre için yapacakları ortak çalışmalar bu yapı ve çevrelerin daha geniş kitlelerce benimsenmesine fayda sağlamaktadır. Bir anlamda tarihi yapı ve çevrenin devamlılığında önemli bir göstergedir. Aynı zamanda turizm pastasından yeni bir pay edinilmesidir. Teknolojinin de yardımıyla tarihi yapı ve çevreler çok büyük masraflar da açmadan herkese erişilebilir olanaklar sunabilecek durumdadır. Burada önemli olan bazı çevrelerdeki önyargıların kırılması (örneğin yapının özgünlüğünün bozulacağı fikri, masraflı olduğu fikri gibi) gerektiğidir. Bunun için yönetmelikteki tarihi yapı ve çevrelerde erişilebilirliğin sağlanması muafiyetinin giderilmesi önemli bir adım olacaktır. Dünyada tarihi yapı ve çevrelerde herkes için yapılan iyileştirmelerin teşvik gördüğü ve ödüllendirildiği unutulmamalıdır. Bu teşviklerden biri Dünya Mimarlar Birliği (UIA)’nın Herkes İçin Mimarlık (Architecture for All) kapsamında miras alanlarında verdiği ödülleridir. 2011 yılında bu ödüle Versailles Sarayı-Paris Fransa ve Aquileja Bazilikası-Udine İtalya layık görülmüştür. Bu kategoride ödül verilmeye devam edilmektedir. Erişilebilir çevreler, tarihi yapılar, tasarımcıların olduğu kadar yöneticilerin de sorumluluğundadır. Tarihi yapı ve çevrelerde sunulan kamu hizmetlerinin veya müze, ören yeri gibi boş zaman aktiviteleri olarak gezilen doğa, tarih, kültür miraslarımızın toplumumuzdaki herkesi kapsaması gerektiği ve bunun bir kentli hakkı olduğu, halka hizmet olarak benimsenmesi ve sunulması gerektiği unutulmamalıdır.

Artık hiç kimsenin hiçbir kamusal alana buna tarihi yapı ve çevreler de dâhil “erişim hakkı” engelle karşılaşmamalıdır. Tasarımdan, yasa ve yönetmeliklerin muaf tutmasından veya ekonomik yetersizliklerden beslenen erişilebilirlik sorunlarıyla toplum olarak yüzleşme ve bunları çözme zamanıdır. Dünya bu konuda hızlı ve emin adımlarla ilerlemektedir. Artık bu treni kaçırmayalım. İnanıyorum ki yarın herkes için daha erişilebilir olacak!...


KAYNAKÇA

Bezmez ve Yardımcı, (2013) Kent Vatandaşlığı, Kent Hakkı ve Sakat Hakları, 107-119, Kentsel Dönüşüm ve İnsan Hakları, Yazarlar: S. Zeybekoğlu Sadri vd., İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları

Chawaliborg, K., (2009) Tasarıma Kapsayıcı Yaklaşım: Herkes İçin Tasarım Kullanıcı Dostu Mekanlara Duyulan İhtiyaç, Mimarlık, 347, www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=361&RecID=2064

Cüceloğlu, D., www.dogancuceloglu.net/yazilar/339/is-yasaminda-iletisim (Erişim tarihi: 13.07.2018)

Davies ve Lifchez, (1987) An Open Letter to Architects Rethinking Architecture Ed.R. Lifchez, s.35-50, University of California Press

Evcil, A.N., (2010) “Designers’ Attitudes Towards Disabled People and the Compliance of Public Open Places: The Case of Istanbul”, European Planning Studies, 18, 11, 1863-1880

Evcil, A.N., (2012) “Türkiye’de Mimarlık Eğitiminde Herkes İçin Tasarım”, Mimar-ist, 45, 3, 108-111

Evcil, A.N., (2014) Herkes İçin Tasarım Evrensel Tasarım, Boğaziçi Yayınları

Güler, G.A. ve Tutal, O., (2017) Tarihi Yapılarda Erişilebilirlik ve Kullanılabilirlik, Uluslararası Katılımlı 6. Tarihi Yapıların Korunması ve Güçlendirilmesi Sempozyumu, 351-361

Jester, T.C. ve Park, C.S., (1993) 32 Preservation Briefs Making Historic Properties Accessible, US Department of the Interior National Park Service Cultural Resources, Heritage Preservation Services, https://www.nps.gov/tps/how-to-preserve/briefs/32-accessibility.htm, (Erişim tarihi:10.07.2018)

Preira, G., (2007) Antik Tiyatroların Opera ve Bale Gösterileri İçin Kullanımında Sahne Tasarımı Problemleri ve Aspendos Örneği, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Sahne Sanatları Anabilim Dalı, Doktora Tezi, İzmir

Smith, M., (2006) “The Impact of the DDA on Historic Buildings”, Journal of Building Appraisal, 2, 1, 52-61, Palgrave MacMillan Ltd.

Rogerson, F., (2011), UD Policies Strategies and Good Practice, UIA Architecture for All Work Programme, Turin, 17.06.2011, Presentation, www.keroul.qc/DATA/.../142_fr.pdf (Erişim tarihi: 20.07.2018)

URL 1; www.tarakli.gov.tr (Erişim tarihi: 21.07.2018)

URL 2; www.tarakli.bel.tr (Erişim tarihi: 21.07.2018)

URL 3; https://ec.europa.eu/growth/toolsdatabases/eden/destinations/turkey_en#tarakli (Erişim tarihi: 21.07.2018)

GÖRSEL KAYNAKÇA

Şekil 1. https://www.tcd.ie/