Çocuk Gözlü Bir Doğa Tarihi Anlatıcısı: Davıd Attenborough
YAZAN: Barış Doğru, EkoIQ Yayın Yönetmeni
Dünyaya çocuk gözleriyle bakabilmek ve bu merakı tüm hayatı boyunca koruyabilmek az sayıda insan oğlu ve kızının başarabildiği bir marifet. Her şeyi görmeye, anlamaya, yorumlamaya yönelik o çocuk merakı, çoğu zaman eğitim ve toplumsal sınırlamalarla kısa sürede soğur; geriye ise hiçbir merakı olmayan donuk yetişkinler kalır. Artık onlar için her şey olağan, yeni bir şey görmek ve öğrenmek ise gereksiz veya sıkıcı hale gelir.
Şu anda 95 yaşında olan David Attenborough’un, Kasım ayında Glasgow’da düzenlenen COP26 İklim Zirvesi’nde yaptığı konuşmayı dinlerken bunları düşündüm. 50 yılı aşkındır doğa tarihi programları hazırlayan, yaptığı belgesellerin sadece isimleri sayfalar tutacak, bu alanda yaşayan bir efsaneye dönüşen Attenborough, İklim Zirvesi’ne katılan delegelerden gençleri düşünmelerini istiyordu ve onları düşünmenin, trajediyi zafere dönüştürmek için önemli bir ivme sağlayacağını vurguluyordu. Birlikte çalışırsak gezegeni kurtarmak için hala yeterli güce sahip olduğumuzu vurgulayan Attenborough, her şeye rağmen umut ilkesine bağlı olmanın öneminin altını çiziyordu. Gençleri düşünmelerini isterken kendi gençliğini düşündüğünü tahmin etmek zor değil çünkü gerçekten her şey çocukluğunda ve gençliğinde başlıyordu. Ve David Attenborough’un uzun hikayesi aynı zamanda gezegenin hızlı tahribinin hikayesiyle paralel gidiyordu.
“Attenborough, İklim Zirvesi’ne katılan delegelerden gençleri düşünmelerini istiyordu ve onları düşünmenin, trajediyi zafere dönüştürmek için önemli bir ivme sağlayacağını vurguluyordu.”
Gri Baykuş’un Anlattıkları
David Attenborough 8 Mayıs 1926’da İngiltere’de Isleworth, Middlesex’de doğdu ve Leicester’daki University College kampüsünde büyüdü. Babası okulun müdürüydü. Üç erkek kardeşin ortancasıydı. Büyük kardeşi Richard, sonradan ünlü bir oyuncu, film yapımcısı ve yönetmeni olacaktı. David’in gözü ise her zaman doğadaydı. “David Attenborough: A Life on Our Planet” (Gezegenimizde Bir Yaşam, 2020) belgeselinde, her şeyin başladığı o dönemi uzun uzun anlatıyor Attenborough. Fosiller, taşlar, değişik canlı türlerini merakla inceleyen, toplayan yaşamının baharında bir genç. 10 yaşındayken kardeşi Richard’la birlikte katıldıkları bir ders ise doğa sevgisinin, doğa korumacılığına ve savunuculuğuna dönüşmesinde önemli bir rol oynamış gibi görünüyor. Dersi veren Archibald Belaney, nam-ı diğer Gri Baykuş (kendisini bir Amerikan yerlisi olarak kabul ediyordu), İngiltere’nin en ünlü doğa korumacılarından biriydi. İki kardeşin bu dersten ne kadar etkilendiklerinin önemli bir işareti ise film yönetmeni olan Richard’ın 1999 yılında Gri Baykuş’un hayatını anlatan bir film çekmesi olarak kabul edilebilir. Richard, kardeşi David’in Gri Baykuş’un hikayesinden ve anlattıklarından son derece etkilendiğini söylüyor.
Eğitim hayatına Cambridge’de Clare College’de zooloji ve jeoloji okuyarak devam eden David Attenborough, doğa bilimlerinden mezun oldu. Sonrası bir doğa tarihi programcı ve belgeselcisinin, gezegenin doğal mirasını kaydeden çalışmalarının tarihi olarak okunabilir. 1952 yılında BBC’ye tam zamanlı girmesinden sonra dünyanın dört bir yanına yapılan gezilerle doğa tarihinin kaydını tutmakla geçen bir ömür. İlk çalışması ise doğa bilimci Julian Huxley ile birlikte gerçekleştirdiği üç bölümlük hayvan davranışlarının kalıpları üzerine “Animal Patterns” belgeseli oldu.
Uzun meslek yaşamı boyunca doğa dışında da önemli belgesellere imza atan Attenborough’un başyapıtı ise hiç kuşkusuz 1979 yılında başladığı “Life on Earth: A Natural History by David Attenborough” (Dünyada Yaşam: David Attenborough’dan Bir Doğa Tarihi) serisi oldu. BBC bünyesinde yapılan 13 bölümlük seri, doğa belgeselleri alanında bugün bir dönüm noktası olarak kabul ediliyor. Her bir bölüm için bazen onlarca başka bölgeye giden, bazen iki sekans arasında kıta değiştiren bu yeni belgesel tarzı, bugün bize oldukça tanıdık gelebilir ancak o tarihler için bu devrimsel bir yenilikti. Attenborough’un istediği görüntüleri elde etmek için, o zamana kadar filme alınmamış olan olaylara ve hayvanlara odaklanarak yeni film yapım teknikleri geliştirildi.
Bu serinin başarısından beş yıl sonra ise Attenborough, yine BBC bünyesinde The Living Planet (Yaşayan Gezegen) çalışmasını yayınladı. Attenborough bu kez odağına, ekoloji ve canlıların çevrelerine adaptasyonu konusunu almıştı. Bu çalışma da yine büyük bir uluslararası başarı ve yankı yarattı. Attenborough’un “Yaşam Üçlemesi”, 1990 yılında, hayvanların değişik yaşam aşamalarındaki davranışlarına yoğunlaşan “The Trials of Life” (Hayat Denemeleri) çalışmasıyla tamamlandı.
“Doğa konusundaki bu müthiş birikim ve çalışmanın bir başka ödülü ise yaklaşık 20 canlı türüne isminin verilmesi oldu.”
Ama “hayat” ve “doğa” konusunda üretmeye elbette devam etti Attenborough. Antraktika’dan kuşlara, şempanzelerden bitkilere ve büyük bariyer resifine kadar hayatın izini her yerde sürmeye devam etti. Bu arada 1985 yılında aldığı Sir unvanının yanı sıra, onlarca saygın ödül alan Attenborough’un ismi ve belgesellerin görüntüleri kadar etkileyici “sesi” artık dünyanın dört bir yanında tanınıyordu. Doğa konusundaki bu müthiş birikim ve çalışmanın bir başka ödülü ise yaklaşık 20 canlı türüne isminin verilmesi oldu. Bazıları yok olmuş bazıları mavi gezegende hala yaşayan bu türler arasında Trigonopterus attenboroughi (Endonozya’da yaşayan küçük bir böcek), Hieracium attenboroughianum (Güney Galler’de keşfedilen şahinotu bitkisi) ve Euptychia attenboroughi (Yukarı Amazon havzasında keyfedilen bir kelebek türü) de bulunuyor.
Yitip Gidenin Tanıklığı
Bütün bu meslek başarıları ve ünle birlikte, David Attenborough aslında bir yandan da bir trajedinin tanığı oluyordu. Attenborough’a adanan “Gezegenimizde Bir Yaşam” belgeselinde, dünyanın daha insan tahribatına uğramamış dört bir yanındaki gezilerinin belirli bir aşamasından sonra, insanlığın bu muhteşem doğayı nasıl büyük bir hızla tükettiğini fark ettiğini anlatıyor Attenborough. Ve bu da özellikle 2000 yılından sonraki çalışmalarına belirgin bir biçimde yansımaya başlıyor. Doğaya, hayatın bir mucizesi olarak tam bir çocuk merakı ve sevinciyle bakan Attenborough artık yavaş yavaş elimizden yitip giden bir zenginliğin tanıklığını yapmaya başlıyor. Ve tabii bunlar da çalışmalarına yansıyor.
“Attenborough, doğanın muhteşem dengesinin nasıl büyük bir hızla yok edildiğini anlatmaya çalışan bir çevre savunucusuna dönüşüyordu.”
2000 yılında gerçekleştirdiği “State of Planet” (Dünyanın Durumu) bu tavrın ilk belirgin örneği olarak kabul edilebilir. Bu çalışmada Attenborough, insan etkinliklerinin doğal yaşam üzerindeki etkisini, bilimsel kanıtlar ve önde gelen bilim insanları ile doğa korumacılarla yaptığı röportajlarla ortaya koydu. 2006 yılında hazırladığı “The Truth about Climate Change” (İklim Değişikliği Konusundaki Gerçek) belgeseli doğrudan küresel ısınma üzerine yaptığı ilk çalışma oldu. Bunu 2007 tarihli BBC’nin Doğal Tarih Birimi’nin 50. yılı için gerçekleştirdiği ve tehlike altındaki canlı türleri üzerine yoğunlaşan “Saving Planet Earth” (Yeryüzünü Kurtarmak) ve 2009 tarihli, gezegenin sınırları ve nüfus konusuna yoğunlaşan “How Many People Can Live on Planet Earth?” (Yeryüzünde Ne Kadar İnsan Yaşayabilir?) belgeselleri izledi. Attenborough, artık sadece bir doğa belgeselcisi değil, doğanın muhteşem dengesinin nasıl büyük bir hızla yok edildiğini milyonlarca kişiye anlatmaya çalışan bir çevre savunucusuna dönüşüyordu.
2019 yılında Netflix için hazırlanan sekiz bölümlük “Our Planet” (Gezegenimiz) belgesel serisinin seslendirmesini yapan Attenborough çevresel sorunlar ve iklim kriziyle ilgili çalışmalarına da devam etti.
“Kendi hayat sürem zarfında, doğanın korkunç çöküşüne tanıklık ettim. Sizlerse kendi yaşamınızda doğanın yeniden harika bir şekilde iyileşmesine tanıklık edebilirsiniz ve etmelisiniz.”
Korku Değil, Umut
50 yılı aşkın meslek yaşamıyla doğa tarihi ve belgeselleri konusunda dünyanın en yetkin ismi haline gelen David Attenborough, karşımıza en son 2020 yılı yapımı “David Attenborough: A Life on Our Planet” (Gezegenimizde Bir Yaşam) belgeseliyle çıktı. Bu son derece dramatik belgeselde kamera artık sadece doğaya ve onun sorunlarına değil, David Attenborough’a dönmüştü. Çocukluğundan başlayarak neredeyse el değmemiş doğanın nasıl küresel bir çöküşe doğru adım adım ilerlediğini kendi yaşam süreciyle birlikte anlatan Usta’nın büyük sıkıntısı hem sesinden hem de görüntüsünden belli oluyordu. Ancak yitip gidene duyduğu büyük üzüntüyü anlatırken bile umut ilkesinden kopmamaya çalışan Attenborough, bu yaklaşımını Kasım 2021’de düzenlenen COP26 İklim Zirvesi’nde yaptığı konuşmasında şöyle ifade ediyordu: “Kendi hayat sürem zarfında, doğanın korkunç çöküşüne tanıklık ettim. Sizlerse kendi yaşamınızda doğanın yeniden harika bir şekilde iyileşmesine tanıklık edebilirsiniz ve etmelisiniz”.
Gezegenin eşsiz doğa parçalarının, hassas dengelerinin ve mucizelerinin 100 yılda nasıl büyük bir çöküş yaşadığını birebir kendi hayat süresinde gören ve bunu milyonlarca kişiye gösteren; ancak her şeye rağmen mücadele etmenin önemine ve zorunluluğuna dikkat çeken David Attenborouh, büyük ihtimalle Gri Baykuş’un anlattıklarını hiç unutmadı. Ve dünyaya bazen şaşırarak bazen kızarak ama o hiç yitirmediği çocuk bakışı ve merakıyla bakmaya devam etti. Ve büyük ihtimalle Gri Baykuş, artık David Attenborough’un ta kendisi. Ve gezegenin türküsünü söyleyen bugünün Gri Baykuş’unu bugün milyonlarca çocuk dinlemeye devam ediyor. Büyük ihtimalle onların da kulaklarında on yıllar sonra o ses çınlamaya devam edecek…
*Bu yazı, Kent dergisinin Ekim-Aralık 2021 tarihli altıncı sayısında yayımlanmıştır.
*Derginin tamamını MBB Kültür Yayınları sitesinden buraya tıklayarak indirebilirsiniz.