Şehrin Ritminde Kaybolmak
YAZAN: Ece Kaya
Bilmediğiniz, tanımadığınız bir şehirde hiç kayboldunuz mu? Ya da hiç bilmediğiniz bir şehirde kaybolmaktan korktunuz mu? Yönünüzü bulamamak, yabancı bir çevrede kaybolmanın getirdiği endişeyi yaşamak çoğu kişi için oldukça ürkütücü bir fikir. Şehirler, özellikle de metropoller, devasa yapıları ve karmaşık sokak ağlarıyla yabancılara meydan okur nitelikte. Kendisini tanımayanı korkutmasına rağmen bu korku, kaybolmanın içinde saklı olan potansiyeli gölgelemekte. Peki ya kaybolmanın, bir şehirle ve kendinizle bağ kurmanın en samimi yollarından biri olduğunu düşünsek? Gianrico Carofiglio’nun Sabahın Üçü romanı, işte tam olarak bu düşüncenin etrafında şekilleniyor: Yaşamın temelinde var olan kaybolma korkusunu kabullenmek ve bu korkunun içinden geçerek gerçekten yaşamaya başlamak.
“Birileri bir şehirde yön bulmayı bilmenin pek bir anlamı olmadığını ama şehirde ormanda kaybolur gibi kaybolmanın öğrenilmesi gereken bir şey olduğunu söylemişti.”
Bu cümle, Sabahın Üçü’nün temel anlatısını özetlerken aynı zamanda kaybolmanın yeni yollar ve yeni anlamlar keşfetmek manasına da gelebileceğini göstermekte. Şehirde kaybolmak, yalnızca yön bulamamak anlamına gelmiyor; aynı zamanda bu karmaşanın içinde var olan bir düzeni, bir ritmi hissetmek ve onun bir parçası olmak demek. Tanımadığımız şehirler, her ne kadar ilk bakışta korkutucu ve kaotik görünse de bu kaosun içinde yer alan insanların hikayeleri, sokaklarda yankılanan ayak sesleri ve her köşe başında karşılaşabildiğimiz sürprizler bu şehirlerin gerçek kimliğini ortaya çıkarıyor.
Bir yere ait olmanın en doğal yolu: kaybolmak
Ana kahramanımız genç Antonio’nun kendine ve aile bağlarına yaptığımız bu yolculuk okuyucuyu adeta kaybolmaya ve yeni anlamlar bulmaya davet ediyor. Romanın merkezinde, epilepsi teşhisi konan ve bir süredir ilaçlarla hayatını devam ettiren Antonio’nun, çok da samimi olmadığı babasıyla uyumadan geçirdiği kırk sekiz saat yer alıyor. Uykuya yenik düşmemeleri gereken bu iki günde tanımadıkları ve “tehlikeli” gördükleri Marsilya şehrinde kahramanlarımız kelimenin tam anlamıyla avarelik yapıyorlar. Sohbetlerinde caz, aşk, felsefe ve hayatın ta kendisine değinen baba oğul bilmedikleri kentin sokaklarında kaybolurken yaşamlarının gizli kalan anlamlarını keşfediyor ve okuyucuları da bu keşif yolculuğunda beraberlerinde sürüklüyorlar. Bu roman, yalnızca Marsilya’nın ara sokaklarında kaybolmayı değil, hayatın belirsizlikleri içinde yolunu aramayı da anlatıyor. Kaybolmaktan korkmamanın, aslında bilinmeyene karşı duyulan korkuyu kabullenmekle başladığını okuyucularına hatırlatıyor. Carofiglio, bu hikâyesiyle okuyucusuna, kaybolmanın, bir yere ait olmanın en doğal yolu olduğunu göstermekte. Çünkü Antonio ve babası, Marsilya’nın karmaşası içinde yalnızca yollarını değil, birbirlerini ve kendilerini de buluyor. Sabahın Üçü, şehrin ritmini hissetmenin, bu ritme kendini bırakmanın ve yaşamın bilinmezlikleriyle barışmanın samimi ve etkileyici bir anlatısı.
“Dilediğin gibi değilse yaşamın,
hiç olmazsa çalış
elden geldiğince kirletme onu
kalabalığında yeryüzünün
koşuşturmalarla, konuşmalarla.”
Kavafis’in kitapta yer alan bu dizelerinin de gösterdiği üzere hayat her zaman istediğimiz gibi şekillenmese de onu anlamlı kılacak şeyleri keşfetmek bizim elimizde.
Marsilya şehri, Sabahın Üçü romanında adeta üçüncü bir ana karakter rolüne bürünmekte. Tehlikeli, tekinsiz ve kaotik olarak betimlenen şehir bu kırk sekiz saatlik sürede Antonio ve babasının ruh halleriyle paralel bir atmosfere sahip. Marsilya’daki kaybolma ve yeniden yön bulma deneyimi, anlatı içerisinde yalnızca fiziksel bir durum olarak değil, kahramanların hayatlarındaki belirsizliklerde nasıl yollarını bulduklarını temsil eden güçlü bir metafor olarak karşımıza çıkıyor. Carofiglio, şehir ile kahramanlarının duygusal durumları arasında kurduğu bu ince bağ sayesinde, biz okuyucuları şehirle kurulan ilişkilerin duygusal boyutunu düşünmeye itiyor. Sayfalar ilerledikçe Antonio ve dolayısıyla okuyucular, yolunu bulmanın yalnızca fiziksel bir eylem olmadığını; aynı zamanda duygusal, zihinsel ve hatta varoluşsal bir çaba gerektirdiğini fark ediyor. Carofiglio, basit, içten ama bir o kadar da etkileyici anlatımı ile yaşamın karmaşıklığında anlam bulma çabasını ve şehirlere duyulan aidiyet hissini ustalıkla dile getiriyor.
Marsilya, dar sokakları, tekinsiz mahalleleri, çıkmazları ve sürekli ritmiyle kahramanlarımız için başlangıçta önyargılarla tanımlanmış bir mekân olarak karşımıza çıkıyor. Mekân, fiziksel bir varlığı ifade eder; insan deneyiminden yoksun, nötr ve bağlamsızdır. Ancak insanlar bir mekânda zaman geçirdikçe, hikâyeler biriktirip anlamlar yükledikçe o mekân bir yer haline gelir. Yer, insanın duygusal bağ kurduğu, tanıdığı ve kendine ait hissettiği bir çevredir. Antonio ve babası için Marsilya’nın sokaklarında geçirilen kırk sekiz saatlik bu yürüyüş, Marsilya şehrini onlar için bir yer haline dönüştüren bir sürecin başlangıcı.
Yalnızca fiziksel karmaşasıyla değil aynı zamanda sunduğu düzenle de Marsilya, karakterlerin iç dünyalarına ayna tutmakta. Anlatı ilerledikçe şehir, Antonio ve babası için kaybolma korkusunun yerini keşif heyecanına bıraktığı bir dönüşüm alanı haline geliyor. Her adımda, yalnızca sokakları değil, kendi aralarındaki bağı ve kendilerini de keşfetmeleriyle birlikte kitap boyunca Marsilya hem kahramanlarımıza hem de okuyucuya yol arkadaşı ve haline gelmekte.
Belirsizliklerde yol almak
Sabahın Üçü, yalnızca bir baba-oğul hikâyesi değil, aynı zamanda hayatın belirsizliklerinde yol almayı ve bu yolculukta kendi yerini bulmayı samimiyetle anlatan bir roman. Gianrico Carofiglio, kaybolmanın yalnızca fiziksel bir durum olmadığını, duygusal ve zihinsel bir süreç olduğunu etkileyici bir şekilde ifade ediyor. Bazen yaşamın içinde kaybolsak bile yalnız olmadığımızı hatırlatır nitelikte. Antonio ve babasının Marsilya’da geçirdiği kırk sekiz saat, yüzeyde bir tıbbi zorunluluktan ibaret gibi görünse de okuyucuyu ardında barındırdığı derin anlamlarla sarıp sarmalıyor. Bu süre boyunca Marsilya şehrinin, yalnızca bir dekor olmaktan çıkıp adeta bir karakter haline gelmesi bu kitabı bir yaşam rehberi haline getirmekte. Marsilya’nın karmaşasıyla korkutucu olduğu kadar, keşfedildikçe huzur veren bir yer olarak karşımıza çıkması gerçek hayatta şehirlerle kurduğumuz bağların bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor.
“Kendimi aynı anda hem kalabalığın bir parçası gibi hissediyor hem de bu kalabalığa bir kulenin tepesindeymişim gibi bakabiliyordum. Güneşin yükselmesiyle sayıları giderek çoğalan insanlar dar sokaklara, çıkmaz sokaklara, caddelere, bulvarlara yayılıyordu… Hepimiz, babam, ben, çöpçüler, işçiler, serseriler, polisler, hemşireler, suçlular, fırıncı çırakları, çaresizler, sadece benim bilincinde olduğum dev bir organizmayı oluşturuyorduk.”
Roman, şehircilik kuramında yer alan kentlerin yaşayan organizmalar oluşunu, kent içerisinde sokakların ve insanların bir bütün olarak var olduğunu edebi bir anlatımla okuyucuya aktarıyor. Antonio’nun deneyimleri ve bu deneyimleri ifade ediş biçimi bireyin kent içinde yalnız olmadığını ve aslında kolektif bir düzenin içinde yer aldığını hatırlatıyor. Anlatı içerisinde ilerledikçe şehirde kaybolmanın aslında bu düzenin bir parçası haline gelmek, kentle bir bütün olmak olduğunu anlıyoruz. Bu kaybolma süreci, insanın hem bireysel hem de kolektif varoluşunu sorgulamasına ve anlamlandırmasına olanak tanıyor. Carofiglio’nun anlatımı, şehirlerin yalnızca fiziksel bir yapı olmadığını, her köşe başının, her sokağın ve her meydanın bir hikâye taşıdığını bize hatırlatıyor. Kaybolmak, bu hikayeleri duyabilmek ve onlara kendi hikayelerimizi ekleyebilmek için bize bir fırsat sunuyor. Carofiglio, okuruna, bilinmeyene adım atmanın, korkularla yüzleşmenin ve bu yüzleşmenin sonunda kendini bulmanın önemini gösteriyor. Şehirlerin ve hayatın karmaşası içinde yönümüzü kaybettiğimizde, aslında kendimizi, çevremizi ve ait olduğumuz bağlamı yeniden bulmamız için bir fırsat sunulmuş oluyor. Şehirlerde ve hayatın içinde kaybolmanın, yeniden başlamanın ve keşfetmenin ne kadar kıymetli olduğunu anlatan bu roman, her okuyucunun kendi yolculuğunu sorgulamasına ve bu yolculuğun tadını çıkarmasına ilham verir nitelikte.
Carofiglio’nun Sabahın Üçü eseri, hem bir kentsel yaşam ve varoluş rehberi hem de yaşamın belirsizlikleri içinde anlam bulmaya dair bir manifesto. Marsilya’nın kaotik sokakları ve Antonio’nun içsel dünyası arasında kurulan bu denge, okuru hem zihinsel hem de duygusal bir yolculuğa çıkarıyor. Bu anlatı bize, şehirlerle kurulan bağların, insanın kendi kimliğiyle kurduğu bağ kadar önemli olduğunu fısıldıyor. Hayatın olağan ve yoğun düzeni içerisinde unutmamamız gerekiyor ki her kayboluş, bir anlam bulmanın başlangıcı ve her anlam, yaşama duyulan hayranlığı artıran bir adımdır.
*Bu yazı, Kent dergisinin Ocak-Nisan 2025 tarihli onbeşinci sayısında yayımlanmıştır.
*Derginin tamamını MBB Kültür Yayınları sitesinden buraya tıklayarak indirebilirsiniz.