Olimpiyatların Altıncı Halkası: Şehirler
Yazan: Ant Arın Şermet
Nereden geldik?
Citius, Altius, Fortius. Yani, daha hızlı, daha yüksek ve daha güçlü. Olimpiyatların mottosu diyebileceğimiz bu kısa ama öz slogan günümüzden tam 100 yıl önce, 1924’te Paris’te gerçekleşen Olimpiyatlar’da atılmıştı. O dönemlerdeki olimpiyatlarla günümüz arasında benzerlikler olsa da ortaya çıkan durumlar farklılıklar gösteriyordu. İnsan bedeninin sınırlarını keşfedip bu keşfi bir rekabet şölenine çevirmekti amaç. Modern olimpiyatların babası diyebileceğimiz Fransız tarihçi ve sporcu Pierre de Coubertin’in memleketi Paris’te düzenlen 1924 Olimpiyatları, Antik Dönem’le arada bir bağ kalmadığının ve daha da önemlisi kalmayacağının göstergesiydi. Sanat dallarının da birer olimpik branş olarak karşımıza çıktığından bahsetmek lazım 1932 Los Angeles’a kadar.
“Açılış töreninin yıldızı Paris’ti. Paris’i bir şehir olarak tanımlamak üst düzey olimpik sporcuların yeteneğini sorgulamakla benzer bir fevrilik olsa gerek. Conciergere, Pont Neuf, Versailles, Seine Nehri, Louvre Müzesi, Champs-Elysees, Tour Eiffel’in rolü, Simone Biles, Mondo Duplantis, Leon Marchand’ın oyunlardaki başarıları kadar büyüktü.”
Pierre de Coubertin’in, Modern Olimpiyat’ın babası olması bir kenara bir yandan da Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin başındaki insan olması 1924’ü bir nevi dönüşümlerin merkezine yerleştirmişti. Tıpkı de Coubertin’in anısını yaşatmak için 100 yıl sonra, ona ve onun şehri olan Paris’e dönen oyunlar gibi. Frankofon kültürüne ucundan kıyısında değmiş hemen herkes bilir ki, bir yerde değişim varsa, risk alınacaksa ve herhangi bir şeye karşı çıkılacaksa Fransa toplumu, bu şansı kimseyle paylaşmaz. Böylelikle, Olimpiyat Oyunları tarihine geçen unutulmaz bir açılış töreni izledik. Açılış töreninin yıldızı ne Gojira, ne gemiyle yapılan geçit töreni, ne de festivite (şölen) adı verilen kapanış kısmıydı. Açılış töreninin yıldızı Paris’ti. Paris’i bir şehir olarak tanımlamak üst düzey olimpik sporcuların yeteneğini sorgulamakla benzer bir fevrilik olsa gerek. Conciergere, Pont Neuf, Versailles, Seine Nehri, Louvre Müzesi, Champs-Elysees, Tour Eiffel’in rolü, Simone Biles, Mondo Duplantis, Leon Marchand’ın oyunlardaki başarıları kadar büyüktü.
Aslında düşününce Paris, kendini Olimpiyat’ın ev sahibinden ziyade Olimpiyat’ın parçası yapmayı başarabildiği için de takdir topladı. Zamanında Londra 2012, Sydney 2000 ya da çok daha eskilere gidersek 1960 Roma, 1952 Helsinki gibi şehrin de en az oyunlar kadar öne çıktığı oyunlar oldu. Bu konuda Kış Olimpiyatları’nın şanssız olduğunu da belirtmek lazım. Çünkü zaman, mekan, ihtiyaçlar ve koşullar sebebiyle şehrin oyunların eşlikçisi olmasının pek mümkünatı kalmıyor. Yine de şehrin uzak konumlarındaki spor komplekslerine kapatılan müsabakalardansa bu sene Paris’te oldukça üst düzey bir örneğini gördüğümüz gibi tarihi noktalarına alanlar kurulması turistik, ekonomik ve sportif anlamda büyük bir gelir kalemi. Ayrıca Seine Nehri’ndeki sterillik soru işaretleri haricinde bir belediyecilik başarısı.
Gelgelelim, şu ana kadar Paris’ten ve genel anlamda Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapan ülkelerin kazandıklarından bahsettik. Ancak bu, maalesef ki buz dağının görünen kısmı. Hele ki ekonomik istikrar sorunu yaşayan Rio 2016, Atina 2004 gibi örnekler hala tazeyken… O yüzden işin arka planına, ev sahibi şehirlerin sonrasında yaşadıklarına odaklanalım.
Nereye gidiyoruz?
Öncelikle Olimpiyat düzenlemek bir ülke ve şehir için kazanılabilecek en büyük övgülerden biri. 20 ülkeden 23 şehir Yaz, 13 ülkeden 21 şehir ise Kış Olimpiyatları’nda, Olimpiyat meşalesine sahip olma şerefine nail oldu. Ancak bu şerefe nail olmanın bedeli 2024 Paris’te 9.5-10 milyar Dolar arası bir meblağ tuttu. Bir de Fransa’da, Olimpiyat’tan çok kısa bir süre önce gerçekleşen seçimler, yapılan grevler ve Paris halkının konut ve sokaklardaki temizlik konusundaki şikayetleri birleşince ortaya birkaç soru çıkıyor:
Böylesine büyük meblağlar harcanmalı mı? İtibardan tasarruf olur mu? Halkın öncelikleri mi yoksa şehrin tanıtımı mı?
Seine Nehri’nin temizliği uzun yıllardır ortada olan bir sorunken, bu konuda güvenlik teyidi nasıl alındı da orada birçok yarış yapıldı sorusu akıllar geliyor. Ekonomik tarafın yanında bir diğer sorunsa, vatandaşların özel hayatlarına karışılan ‘güvenlik önlemleri’. Bizdeki mobese kameralarının birebir aynısı Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo’nun emriyle şehrin her bir noktasına kurulurken polislere çok uzun zamandır herhangi bir Avrupa Birliği ülkesinde görmediğimiz ölçüde fazla alan açıldı. Bunun suistimal edilmeyeceğini anlatan Hidalgo’ya maalesef gerçekler aksini gösterdi. 2024 sona ermeden kurulan tüm güvenlik kameralarının kaldırılacağı ve polislere verilen yetkinin normale çevrileceği söylense de yaşanan huzursuzluklar ve ekonomik zorlanma baki kaldı.
“Parası olan ülkeler Olimpiyatları yapsın” demek, karşılaşılabilecek en sığ perspektiflerden biri muhtemelen. Ancak böylesine çok boyutlu düşünülmesi, planlanması, araştırılıp yatırımların, adaylık sürecinde önce başlaması gereken bir sürece, “hele bi’ başlayalım da” diye çıkılmasının oluşturabileceği kaotik sonuçları görmemek de azmettiricilikten farksız"
Bir yandan da Fransa’nın, dünyadaki en güçlü 7. ekonomi olduğu gerçeği sabit. Fransa’da olan güce sahip olmayan Yunanistan’ın ekonomik olarak iflas bayrağını çekmesinin nedeni 2004’te düzenledikleri oyunlarda yaptıkları 18.7 milyar Dolar! Enflasyonu katıp günümüze uyarladığımızda karşımıza çıkan meblağ 32 milyar Dolar’ı geçiyor. Peki, aradan geçen 20 yılda Yunanistan ne durumda? İki tane büyük ekonomik kriz, içinden çıkılamayan ekonomik dengesizlikler, siyasi problemler ve Avrupa Birliği’ne bir şekilde fazla ihtiyaç duyması… Bir tek komşumuz Yunanistan yaşamadı bu durumu elbette. Hemen hemen Londra gibi bir ekonomik güce sahip değilse her şehir yaşadı. Ancak Rio, 2016’yı düzenleyeceğini andan itibaren ekonomik olarak yokuş aşağı gitti. 2014 yılında Dünya Kupası’na harcadığı 11.6 milyar Dolar’dan 2 sene sonra da 13 milyar Dolar harcayınca üst üste üç kere hükümet değişimi, çok yüksek enflasyon ve artan suç oranıyla karşı karşıya kaldı. Ki Brezilya’nın bu iki majör etkinlikten önce de ekonomik ve sosyal olarak çok da refahta yaşamadığını hatırlamak lazım…
“Parası olan ülkeler Olimpiyatları yapsın” demek, karşılaşılabilecek en sığ perspektiflerden biri muhtemelen. Ancak böylesine çok boyutlu düşünülmesi, planlanması, araştırılıp yatırımların, adaylık sürecinde önce başlaması gereken bir sürece, “hele bi’ başlayalım da” diye çıkılmasının oluşturabileceği kaotik sonuçları görmemek de azmettiricilikten farksız. Liyakatın temelde olduğu bir görev dağılımına, sporcu gelişimleri için doğru bir 10-15 yıllık planlama da eklenirse ortaya güzel sonuçlar çıkması muhtemel. Çünkü, Olimpiyat kavramının büyüklüğü, herhangi bir ülkenin büyüklüğünden çok daha evrensel. Bu evrenselliği, Paris örneğindeki gibi şehri merkeze alarak düzenlemekse olimpiyat bayrağındaki altıncı halka olma başarısını sağlayabilir yöneticilere. İnsanın doğduğu, onu birey yapan şehre dair yazılan en etkileyici cümlelerden bazıları Monteigne’e ait. O, kendi şehrine dair şöyle der:
“Fransa'ya ne kadar kızsam Paris'e kötü gözle bakamam; çocukluğumdan beri yüreğim ona bağlıdır. O, benim içimde en güzel şeylerle bir aradadır: Sonradan başka güzel şehirler gördükçe onun güzelliğine daha derin bir sevgiyle bağlandım. Paris'i yalnız kendisi için seviyorum; yabancı süslere boğulmuş olarak değil, kendi haliyle seviyorum; kusurlu, belalı taraflarına varıncaya kadar her şeyi ile ve candan seviyorum.”
Buradakine benzer bir durumu yaşamamak, şehri, sadece orada olduğu için bile sevmek mümkün. Olimpiyat ihtimalinin heyecanına kapılırken bir yandan da gerçekçilik korunursa ortaya neden güzel sonuçlar çıkmasın ki?