22.02.2021

Kentsel Hafıza Kaybına İlişkin Bazı Sorular

YAZAN: Asu Aksoy, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Sanat Ve Kültür Yönetimi Bölümü, Öğretim Üyesi*

Yine İstanbul’dan bir yıkım haberi ile güne başladık. Kadıköy’ün 59 yıllık Rexx Sinemasının bulunduğu bina alüminyum perdelerle bir süredir kapatılmış, bina sokaktan ve yaşamdan koparılmıştı zaten ve şimdi yıkım çalışmalarının başlayacağını öğreniyoruz. Mal sahibi, binanın depreme dayanıksız olduğunu söyleyerek Rexx sinemasının yıkılarak yerine “kültür merkezine benzeyen bir kompleks” inşa etmeyi düşündüklerini söylemiş; çok aşina olduğumuz bir söylem. Rexx sineması Kadıköylülerin çok iyi bileceği gibi, Kadıköy’ün sosyal hayatının bir şahsiyeti haline gelmişti, sadece filmleri izlenen bir mekân değil, buluşma adresi, arkadaşlarla vakit geçirme durağı ve kültürel sanatsal keşiflerin yapıldığı bir merkez. Yönetmen Gökçe Pehlivanoğlu, “Kadıköylü ve sinemaseverler için Rexx’in yeri ayrıdır” diyordu, “Onu da kaybedersek geçmişimiz silinmiş gibi hissedeceğiz” (Çelik, 2020). İstanbullularının geçmişinden silinmemiş ne kaldı ki diye sorulabilir. Emek sineması, Atatürk Kültür Merkezi, bunlar son zamanlarda yıkılan kültür mekânları. Bir de kapanıp AVM mi olacak ne ise yeni kaderlerini bekleyenler var, Atlas Sineması gibi. Ya mahalleler; Sulukule, Ayvansaray, Tarlabaşı, Fikirtepe gibi rant projelerine teslim edilip topyekûn yıkılan yerler, ya Bağdat Caddesi ve civarındaki sayısız apartmanlarda yaşanan afet dönüşümleri ile tanınmaz hale gelen sokak dokuları ve mahalle peyzajı? Taksim meydanı gibi tanınmaz hale getirilen kamusal alanlar? İçinde hayatını geçirmiş, yaşamış, olanlar için hepsi birer hafıza mekânıydı. Bireyler ve topluluklar olarak benliklerimizi etkilemiş olayların sahnesi aynı zamanda bu mekânlar. Şehir bireysel ve toplumsal hafızanın mekânsallaştığı bir sahne; bir balkon köşesinden bir incir ağacına, her ölçekteki mekânına sayısız hikâye yazılmış, okunmuş ve tekrarlanmıştır. Bu sahneyi oluşturan yapılar, sokaklar, mekânlar ortadan kaldırıldığında oyuncular ve seyirciler ne yapacaklardır? Ortadan kaldırılan bir kıyı kenarı da olabilir; Marmara Denizi’nden baktığınızda artık aşina olduğunuz kıyı çizgisini yeni bir dolgu alanı yüzünden göremeyebilirsiniz. Yıkılan sadece fiziki yapılar değil oralara sinmiş yaşam biçimleridir. Bizden daha uzun bir ömür yaşayarak hatıralarımızın izlerini gelecek zamana ve insanlarına aktaracağını varsaydığımız bu yaşam alanları bizden önce ortadan kaldırıldıklarında ne hissederiz?

İstanbul’da yaşanan yıkımların şiddetine ve bir daha geri gelmemeleri istenircesine üstlerine yapılanların cüssesine bakacak olursak bu yıkılan yerlerde geçmiş hayatların gelecek kuşaklar için değersiz addedildikleri sonucunu çıkarabiliriz. Esas değerli olan yeni yapılandır, bizden beklenen hızla yeni yapılanlara adapte olmamız, geçmişi unutup yeniyi kucaklamamızdır. Peki hafızası değersizleştirilmiş mekânlarda yaşamış olanların değeri? 1. İstanbul Tasarım Bienali için yaptığımız “Adil Kebap Dürüm” adlı yerleştirmede birlikte çalıştığımız Adil, gecekondusunu Feriköy sırtlarında inşa ederken tek tek inşaat elemanlarını nasıl bulup buluşturup yapısını oluşturduğunu, nasıl gecekondusunu sırtında taşıdığını anlatmıştı. Şimdi oralarda yükselen apartmanların bir katında ve geriye gecekondusundan kalan belki bir kaç fotoğraf, birlikte çektiğimiz videolardır; bu hikâye toplum nezdinde değersizleştirildiğinden çocukları için ne kadar dönülüp bakılasıdır? Bir kuşağın yaşadığı acımasız bir kimlik travmasından bahsediyorum.

Şehirliler her ne kadar şehrin tüm atmosferi ve köşe bucağı ile kendi hayatlarından daha uzun sürmesini dileseler de şehir mantığına yerleşmiş olan değişim dinamiği bu beklentiyi boşa çıkarıverebilir. Adapte olunabilecek ölçeklerde gelişen değişim belki kabul edilebilir, hatta hayatın donup kalmadığını hissetmek için eski ile yeninin kolaj imkanlarını destekleyebilen şehirler her zaman daha cazip olmuşlardır. Bir kenti hafıza topoğrafyası olarak çekici kılacak olan zamanın geçişini betimleyen referansların gündelik yaşam parçaları olarak hayatlarına devam edebilmeleridir. Fakat değişim daha ziyade radikal bir dönüşüm olarak yaşattırılıyorsa önem verdiklerini etrafınızdan yok oldukça kendinizi önemsiz ve değersiz hissetmeniz şaşırtıcı olmayacaktır. Şehrin tam da kavranamaz karmaşası içinde kendinize referans olarak saptadıklarınız bir bir bambaşka ve yeni hayat türlerini getirecek mekanlarla yer değiştirince artık kendinizin bu yeni kentsel düzende yeri olmadığını düşünmeye başlayabilirsiniz. İstanbul’da son on yıldan bu yana yaşadığımızın tam da böyle bir dönüşüm olduğunu düşünecek olursak yaygın bir değersizlik hissi şaşırtıcı olmayacaktır.

İstanbul’un her köşesine damgasını vuran kentsel dönüşüm projelerinin en önemli özelliklerinden birisi önlerine geleni dümdüz eden büyük ölçekli inşaat işleri olmaları. Dümdüz olan fiziki her şey olduğu gibi, kullanım değeri kavramının kendisi. Büyük ölçekli mahalle dönüşümleri, AVM inşaatları, şehrin silüetini ele geçiren devasa lüks siteler, ofis binaları, 360 derece manzaralı süper yüksek yoğun konut blokları, bu projelerin havası, suyu, manzarası, her şeyi değişim değerine çevirmekten başka bir marifeti yok. Galataport projesinde, örneğin, kruvaziyer gemilerle gelenlerin girişlerinin deniz seviyesi altında yer alan terminallerden gerçekleşmesi için deniz kıyısının doldurularak inşaat alanının neredeyse 12 bin metrekare daha büyütüldüğünü öğrendik. Çok fazla dillendirilmeyen ise denizaltı yaşam dünyasında bu dolgu alanının yarattığı tahribat idi. Galataport canlı hayatıyla deniz dibini de önüne katarak bu yeri değişim değeri mantığına teslim etmekte. Topoğrafya, coğrafya, canlılar dünyası demeden ilerleyen büyük projelerin varlık sebebi kentin tüm özelliklerini paraya tahvil etmektir. Para ise George Simmel’in söylediği gibi özgün ve tekil varlıkları şeyleştirir. David Frisby de olgunlaşmış para ekonomisi ve metropol kent olgusu ile birlikte insanlar kültürünün yerini şeyler kültürünün aldığına işaret eder.

Büyük ölçekli projeler yerel özelliklere ve mahalli var olma biçimlerine karşı kayıtsızlar, şehri boş bir sayfaymış gibi telakki edip mekânları inşa etme çabası içindeler. Boş sayfa muamelesi tabiatıyla yaşamakta olan kentsel hafızanın manasızlaşması anlamına gelmekte; hafızasını demek ki böyle kaybedebiliyor şehirler. Ortada kalanlar ise şeyler dünyasının gösterişli imajları karşısında afallayan şehirliler.

Sulukule kentsel dönüşüm projesi ile mahallesini, kültürünü, tarihini kaybeden bir Sulukuleli büyük kentsel dönüşüm projeleri ile üretilen mekânların zayıf sosyalliğine işaret ediyordu bir görüşmemizde. Yeni projeden borçlanarak bir daire alabilmiş ve Sulukule’de inşa edilen yeni hayatı deneyimlemişti. Kentsel dönüşümle yok olan mahallesindeki yeni yaşam alanında artık apartman daireleri ve birbiri ile görüşme fırsatı yaratamayan yeni bir yaşam biçimi vardı. Kentliler dönüşüm projeleri ile geçmişinden koparılmış yeni şehirde devamlılık hissini artık fazla tadamayacaklar. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Yeni yaşam alanları bazıları için istikrarlılık, güvenlik, öngörülebilirlik ve düzen gibi istekleri karşılayabilir, ama kentliler için aynı derecede önemli olan yaşamış oldukları hayatların bir şeylere değiyor olması değil midir? Feriköy’de Adil bir fiil şehrin bir parçasını kendi emeği ile kendi kullanımı için kurmuş, etrafında benzeri şekilde şekillenen doku ile birlikte kent kültürünün bir veçhesini ortaya çıkartmıştı. Adil’in kebap dükkanını İstanbul Modern mekânında Tasarım Bienali boyunca inşa edip içinde vakit geçirirken hatırlanmaya değer görülmeyen bir oluşuma dikkat çekmeye çalışmıştık. Şehrin hafızasında gecekondu zamanının, mekânının ve belki daha da önemlisi arkasındaki emeğin de yer alması gerektiği söylüyorduk. Kentsel hafıza kaybı mekânları meydana getiren yaratıcı fikir ve emeğin kentin tarihinde iz bırakmadan yok olması demek.

Adil Kebap Dürüm’ü bir müze binasında kurarken maksadımız bu olguyu müzeleştirmek değil, bir hatırlama ve düşünme aracı olarak kullanmaktı. Hafıza mekânları fiziki olarak varlıklarını sürdüremeseler bile – belli ki İstanbul böylesine tahripkar bir kentsel dönüşüm rotasında ilerlerken bu mümkün değil – bu mekânları kurmuş yaşatmış insanlar anlatacakları ve belgeleri ile hala hayattalar ve hatırlıyorlar. Şehrin Kara Surlarının dışında, Topkapı tarafında İBB tarafından bir dönem İstanbul’un geçmişini, bugününü ve yarınını anlatmak amacıyla kurulması planlanan İstanbul Kent Müzesi eğer bir gün yeniden gündeme alınırsa, hafızalarını henüz konuşmaya başlayamamış kentlileri kürasyonun merkezine oturtabilir. Böylece, ortadan kaldırılmış evinin bir köşesindeki incir ağacının fotoğrafını alıp gelen Sulukuleli sayesinde mesela, diğer canlılar da kent hafızasında yerlerini alacaklardır. Müze de böylece, başımıza gelen yıkımı hep birlikte düşüneceğimiz enteresan bir mecra haline gelecektir. 

Kaynaklar:

“Adil Kebap Dürüm” 2012 yılında gerçekleşen Musibet başlıklı 1. İstanbul Tasarım Bienali için Asu Aksoy ve Kevin Robins tarafından geliştirilen, Adil’in bizzat inşaatını ve anlatımını yaptığı, Kaan Çulhacı’nın görsel ve ses tasarımlarını gerçekleştirdiği bir yerleştirme idi. 

Çelik, Ece (2020) “Rexx Sineması’nda yıkım başladı”, Hürriyet, 07 Aralık. https://www.hurriyet.com.tr/kitap-sanat/ rexx-sinemasinda-yikim-basladi-41681518

Frisby, David, (2016) “Simmel and the Study of Modernity”, The Anthem Companion to George Simmel, Thomas Kemple ve Olli Pyyhtinen editörler, Anthem Press.

*Yazı serisinin devamını okumak için tıklayınız.

*Derginin tamamını okumak için tıklayınız.

*Bu yazı, Kent dergisinin Ocak-Mart 2021 tarihli dördüncü sayısında yayımlanmıştır.