05.06.2024

"Bir Deniz, Bir Miras: Marmara’nın İzinde" Podcast Serisinin İlk Bölümü Yayınlandı

Bu bölümde Marmara Denizi, ekosistem açısından inceleniyor. Bu deniz kimin, kimler tarafından kullanılıyor ve sahipleniliyor, onu korumaya nereden başlamamız gerekiyor? Tüm bu sorulara Prof. Dr. Mustafa Sarı’nın tuttuğu ışık ile cevap aranıyor.

Podcast'i dinlemek için tıklayınız

A. Cihat Kahraman: Merhabalar, sesimizin ulaştığı herkese çok selamlar. Marmara Belediyeler Birliği olarak Marmara Denizi'ni odağına alan ve alanında uzman isimleri konuk edeceğimiz podcast serisinin bu ilk yayınına her biriniz hoş geldiniz.

Ben Ahmet Cihat Kahraman, Marmara Belediyeler Birliği'nde Çevre Yönetimi Koordinatörü olarak görev yapıyorum. Çevre yönetimi, sürdürülebilirlik ve iklim politikaları üzerine çalışıyorum. Bu podcast serisinde birbirinden değerli konuklarımızın değerlendirmelerini aktarırken kendilerine ben eşlik etmeye çalışacağım. Marmara Denizi günü dolayısıyla bu podcast serisinin doğrudan toplumsal farkındalığa hizmet eden bir yanı olacağına inanıyoruz.

Bu podcast serisindeki ilk konuğumuz muhtemelen bu konuya ilgili herkesin mutlaka bir şekilde hakkında bilgi sahibi olduğu oldukça popüler bir isim aslında. Bandırma 17 Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sayın Mustafa Sarı konuğumuz. Tabii bu unvan kendisinin profesyonel unvanı. Bunun dışında düzenli su altı fotoğrafları çekmek ve gözlem yapmak üzere dalış yapan bir dalgıç Mustafa Sarı. Kendisini Van Gölü'ndeki inci kefallerinin korunmasına yönelik başlattığı Türkiye çapındaki farkındalık kampanyasından da hatırlıyor olabilirsiniz pekâlâ. Ayrıca hocamızın kitap ve film tavsiyelerini paylaşarak bizi kendi entelektüel derinliğine davet ettiği bazı aktüel yazılarına da ulaşabilirsiniz birtakım dergilerde. Tabi burada bir podcast yayını öncesinde Mustafa Sarı'yı layıkıyla tanıtamayacağımızın da farkındayız. Bu nedenle direkt sözü kendisine vermek istiyorum. Hocam hoş geldiniz. Davetimizi her zamanki gibi yine olumlu değerlendirdiğiniz için öncelikle çok teşekkür etmek istiyorum size.

Mustafa Sarı: Hoş bulduk. Çok teşekkür ediyorum. Sağ olun Cihat Bey. Ne güzel anlattınız. Kendimi çok önemli birisi gibi hissettim. Sanıyorum bundan sonra ben de diyeceğim ki her yerde ya beni Cihat Bey bir anlatsın da ondan sonra ben konuşayım falan diyeceğim.

A. Cihat Kahraman: Çok sağ olun hocam. Siz de iltifat ettiniz eksik olmayın. Ben dediğim gibi mümkün mertebe şu anda içeriğe, öze odaklanmak arzusundayız. Dolayısıyla müsaadeniz olursa ilk soruyla başlayalım. Bildiğiniz gibi Marmara Belediyeler Birliği'nin en önemli kuruluş motivasyonlarından bir tanesi Marmara Denizi. Dönemin belediye başkanları tekil çabalarla Marmara Denizi'ni kirlilik baskılarından koruyamayacaklarını düşünerek böyle bir çatıyı kuruyorlar. Öyle görünüyor ki Marmara Denizi'ni önemseyen insanlar var. Peki neden? Marmara Denizi neden önemli? Yani Marmara Denizi bizim neyimiz olur ki biz onu önemseyelim hocam?

Mustafa Sarı: Evet sanıyorum en zor soruyu sorarak başlıyoruz böyle bir konuşmaya. Cevabı çok ağır, üstünde çok düşünmemiz gereken bir şey. Marmara Denizi bizim neyimiz olur? Eğer nefes alan bir varlık olduğumuzu unutmazsak, ki unutmamalıyız, Marmara Denizi bizim nefesimiz olur derim ben en başta. Çünkü denizler soluduğumuz havanın içerisindeki oksijenin en az yarısını üretiyorlar. Dünyanın dörtte üçü denizlerle kaplı. Denizler olmazsa nefes alamayız. Marmara Denizi olmazsa nefes alamayız. Akdeniz olmazsa, Karadeniz olmazsa nefes alamayız. Onun için Marmara Denizi'ni aslında bütün denizlerin temel niteliklerine dikkate alarak bir ele almamız gerekiyor. Denizler müthiş bir bütüncül ekosistemi teşkil ediyor aslında.

Biz karada yaşayan canlılar, varlıklar olarak denizlere çok çıkarıcı, oportünist bir yaklaşımda bulunuyoruz. Deniz bana balık veriyorsa benim için önemli. Yaz ayları geliyor. Yazın plaja gidip yüzebiliyorsam, güzel bir otelde tatil yapabiliyorsam deniz kıyısında, harika gün batımları izleyebiliyorsam, su sporlarına merakım var da denizin üstünde sörf yapabiliyorsam veya kano yapabiliyorsam benim için kıymetli oluyor. Bunu yapamıyorsam deniz hiç umurumda değilmiş gibi yaşıyoruz aslında. Bu yanlış bir durum. Çünkü ekosistem bütünlüğü içerisinde denizin karaya, karanın denize ihtiyacı var. Bu sistemi bir bütün olarak kurgulamamız gerekiyor. İşte bu bütünsel bakışın içerisinde şimdi biraz Marmara Denizi'nin içine doğru girmemiz lazım. Marmara bizim neyimiz olur sorusunu anlamak için. Marmara aslında bir kısrak başı gibi -şairin tabiriyle- uzanan Anadolu coğrafyasının kalbidir.

Marmara Türkiye'nin üç tarafını saran denizlerin kalbidir. Dünyada çok nadir deniz vardır. Bütün sınırları tek bir ülkenin içinde olan. İşte Marmara orasıdır. O zaman biz bu Marmara'ya kalbimiz gibi, ciğerlerimiz gibi, ah ciğerimiz gibi bakmamız gerekiyor.

"Marmara'da 6 metreden daha derine indiğinizde yukarı baktığınızda güneşi görmezsiniz. Çünkü Marmara yeşil sulara sahiptir. Karadeniz'in suları da yeşildir ama Marmara'nın suları daha da yeşildir. Nedir peki bu mavi ile yeşil arasındaki fark nedir? Denizin rengi ne kadar yeşile doğru koyulaşıyorsa o kadar çok plankton üretiliyor demektir."

A. Cihat Kahraman: Evet çok güzel tanımladınız hocam. Yani Anadolu'yu bir kısrak başına şairin de benzettiği gibi ona da vurgu yaptınız. Anladığımız kadarıyla konu sadece belediye yöneticilerinin Marmara Denizi'ni önemsemesiyle kapanacak ya da kısırlaştırılacak bir konu değil. Diğer paydaşların katkılarına ve sorumluluklarına geleceğiz ama öncesinde sorun diye kodladığımız şey ne? Bunu biraz konuşabilirsek ana hatlarıyla bugünkü sohbetimizi de bu sorun çerçevesinin üzerine inşa edebilir, birlikte çözümleri de konuşabiliriz. Soru şu hocam: Marmara Denizi'nin sorunu ne ya da ona temas edenler olarak bizim Marmara Denizi ile derdimiz ne?

Mustafa Sarı: Biz hep denizin derdi renginde saklı veya denizin sırrı renginde saklı deriz Cihat Bey. Denizin rengi bize çok şey anlatır. Akdeniz'e bakarsanız masmavi bir denizdir. İçine dalarsanız 50 metre yukarıdaki güneşi görebilirsiniz. Gökyüzündeki güneşi görebilirsiniz. Ege'ye geldiğinizde bu mavilik devam eder. Azıcık tonu koyulaşır. Orada 30 metrelerden filan güneşi görmeye başlarsınız. Marmara'ya gelirseniz Marmara'da 6 metreden daha derine indiğinizde yukarı baktığınızda güneşi görmezsiniz. Çünkü Marmara yeşil sulara sahiptir. Karadeniz'in suları da yeşildir ama Marmara'nın suları daha da yeşildir. Nedir peki bu mavi ile yeşil arasındaki fark nedir? Denizin rengi ne kadar yeşile doğru koyulaşıyorsa o kadar çok plankton üretiliyor demektir. Planktonun üremesi için besin elementlerine ihtiyacımız var. Azot lazım, fosfor lazım, silikat lazım.

Bunlar doğal ortamda normal şartlarda belli oranlarda vardır ve denizlerin rengi insanlar denizlere üşüşmeden önce tamamen bu doğal besin elementlerine göre şekilleniyordu. Ama bugün denizin rengi insanların o denizle kurdukları ilişkinin bir işareti bizim için. Uydudan aldığımız görüntülerde klorofil a dediğimiz denizin içerisindeki üretimi plankton üretimini gösteren değere baktığımızda Akdeniz'i yine masmavi görürüz. Ege denizini azıcık daha koyu mavi görürüz ama Marmara'yı turuncu ya da kırmızıya yakın bir renkte görürüz. Neden? Çünkü çok fazla klorofil a üretimi var. Karadeniz'den daha fazla. Halbuki Karadeniz'in etrafında çok akarsu var ve dünyanın en verimli organik olarak denizlerinden birisidir. Buna rağmen Karadeniz'den daha koyudur turuncusunun rengi. Yeşili geçer yani klorofil a miktarı bakımından.

Şunu söylemek istiyorum; Türkiye'de yaşayan her dört insandan bir tanesi Marmara Denizi'nin çevresinde yaşıyor. 25 milyon yaklaşık nüfus var Marmara'nın çevresinde. Türkiye'nin yarısına hizmet eden endüstriyi getirip Marmara'nın çevresine kümelemişiz. Kocaman bir denizcilik sektörü, tersanesi, limanları, marinaları, çekek yerleri, bakım üniteleriyle Marmara Denizi'nin çevresinde. Çok yoğun tarımsal faaliyet var. O tarımsal faaliyetin tamamı yoğunlaşmış durumda Marmara Denizi'nin çevresinde. Ve bunun sonucunda biz Marmara'yı aslında atık çukur olarak kullanıyoruz yıllardır. Yani Marmara bizim neyimiz olur, ciğerlerimiz olur demek istiyoruz. Olması gereken bu. Ama şu anda Marmara bizim atık çukurumuz.

"Marmara'nın çevresinde doğal bir akarsu kalmadı neredeyse. Tamamen bir atık kanalına dönüşmüş durumda. İşte Nilüfer çayı, işte Gönen çayı, işte Biga çayı.."

Bütün 25 milyon insanın atığını en iyi ihtimalle %50 civarında arıtıyoruz. Geri kalan %50'si hiç arıtılmadan Marmara Denizi'ne akmaya devam ediyor. Endüstri'nin atıkları hakeza aynı şekilde devam ediyor. Akarsulardan hiç bahsetmeyelim isterseniz çünkü Marmara'nın çevresinde doğal bir akarsu kalmadı neredeyse. Tamamen bir atık kanalına dönüşmüş durumda. İşte Nilüfer çayı, işte Gönen çayı, işte Biga çayı gelin gidelim. Şimdi bu durumda Marmara'ya o kadar çok biz kirlilik gönderiyoruz ki o kadar çok kirletiyoruz ki Marmara'yı Marmara'nın rengi artık beklemediğimiz hale dönüşmüş oluyor. Yani derdini Marmara bize rengiyle söylüyor.

Marmara'nın derdi kirlilik Cihat Bey. Bir sürü derdinden bahsedebiliriz Marmara'nın. Yanlış kıyı kullanımından bahsedebiliriz. Doldurduğumuz güzelim plajlardan sahillerden bahsedebiliriz Yanlış şekilde yaptığımız Dere temizliği, kıyı temizliği, liman temizliği yapıyoruz diye dipten taradığımız çamurları Götürüp Marmara'nın derinliklerine boca ettiğimiz çamur atıklarını boşalttığımız derdinden bahsedebiliriz mesela Denizcilik atıklarından bahsedebiliriz ama hepsini topluca değerlendirdiğimizde bugün Marmara'nın en büyük derdi kirlilik. Marmara'yı kirletiyoruz, vahşi bir şekilde kirletiyoruz, insafsızca kirletiyoruz. Peki kim yapıyor bunu? Ben Marmara Denizi'nin çevresinde dolaştığım zaman yöneticilerle, kıyı kullanıcılarıyla konuştuğumda her seferinde şaşırıyorum. Çünkü hiç kimse Marmara denizine bir damla atık göndermediğini söylüyor. Ama ben dalıyorum, aynı zamanda bir bilim insanıyım, örnek alıyorum, laboratuvara getiriyorum, bakıyorum, inceliyorum, ölçüm yapıyorum. O ölçümler, o gözlemler, o analizler Marmara'nın çok yoğun şekilde kirletildiğini, kirlenmeye devam ettiğini gösteriyor.Ki yönetenler kirletmiyoruz diyor ama deniz kirlendiğini söylüyor.

Marmara'nın derdi bu. Bu çelişkiden kurtulmamız lazım. Bundan kurtulmak için de sadece belediye başkanlarının, sadece yerel yönetimlerin ya da sadece merkezi yönetimin, sivil toplum kuruluşlarının tek başına bunun sorumlusu olmasını bekleyemeyiz. Biz Marmara'nın çevresinde kim yaşıyorsa ben, Mustafa Sarı, siz Ahmet Cihat Kahraman, kim yaşıyorsa Marmara'nın çevresinde hepimiz Marmara'nın bugünkü halinden sorumluyuz. O zaman sorumlu bensem, sorun benden kaynaklanıyorsa çözüm için adım atabilirim. Çözümü yapabiliriz. Ama ben sorun olarak sizi görüyorsam, siz belediyeyi görüyorsanız, belediye bakanlığı görüyorsa, bakanlık sanayiyi görüyorsa, sanayi tarımı görüyorsa, tarım denizciliği görüyorsa, denizci balıkçılığı görüyor ise o zaman bir su çatma yarışmasına dönüşür bu ve bu işin içinden çıkamayız, hiçbir yere varamayız.

"Müsilaj aslında denizde fitoplankton dediğimiz karadaki bitkilerin benzeri olan minik organizmaların, su sıcaklığı, denizdeki durağanlık ve aşırı kirlilik şartlarında strese girerek dışarıya salgıladıkları hücre sıvılarından oluşuyor."

A. Cihat Kahraman: Evet, oldukça aslında kuşatıcı bir cevap verdiniz hocam. Kentlere, endüstriye, akarsuların mevcut durumuna değindiniz. Görünüşe göre bugünkü yayının işaret ettiği soruya temas ettik aslında. Kimin Marmara’sı sorusunun cevabı hepimizin Marmara’sı olmalı anladığımız kadarıyla.

Marmara Hepimizin sloganı da 2021 yılında geliştirildi. Aşırı müsilaj vakasından hemen sonra kolektif gayreti vurgulamak için.

O halde biraz da bu aşırı müsilaj vakası üzerine ve gelecek projeksiyonlarına değinelim isteriz. Biz Marmara Belediyeler Birliği olarak sizinle müsilaj sürecinin en başından itibaren yakın iletişim içerisindeyiz. Tüm sürecin en yakın tanıklarından birisi de sizsiniz. Üstelik yine Marmara Belediyeler Birliği bünyesinde kurulan bilim ve teknik kurulu oluşturan 21 bilim insanının içerisinde yer alıyorsunuz. Bize o süreci, yapıcı çabaları, başarılanları ve hala başarmak için aslında… Çok çabalamamız gereken hususları nasıl ifade ederdiniz hocam? Ancak belki temel bir müsilaj tanımlamasıyla başlamak bütün dinleyiciler açısından daha öğretici olabilir diye düşünüyorum.

Mustafa Sarı: Çok haklısınız. Çünkü biz çok hızlı unutan bir varlığız insan olarak. Hemen unutuveriyoruz. Gözümüzden uzak olan anında zihnimizden de gönlümüzden de çıkıyor. Müsilaj da unuttuk zaten. Müsilaj aslında denizde fitoplankton dediğimiz karadaki bitkilerin benzeri olan minik organizmaların, su sıcaklığı, denizdeki durağanlık ve aşırı kirlilik şartlarında strese girerek dışarıya salgıladıkları hücre sıvılarından oluşuyor. Temeli bu. Polisakkaritler diyoruz biz bunlara. Yani kompleks şekerler. Bir anlamda şeker bunlar. Bu yüzden kıvamları şey gibi yani pelte gibi düşünelim bunu böyle kıvamlı bir şekerli su düşünelim. Salgılandı ama organik yapıda olduğu için bakteriler, efendim denizin içerisindeki diğer bütün organizmalarda bunun içine kümeleniyorlar ve çok hızlı orada çoğalma başlıyor, üreme başlıyor. Sonra fitoplankton dediğimiz organizmalar kısa ömürlüler. Onlar ölüyor. Onların ölümüyle beraber ortaya çıkan o atık da ona dahil olmuş oluyor.

Böylece denizin altında yani yüzeyde değil daha denizin altında kilometrelerce uzayan tüller düşünün. Beyaz, krem, sarımtırak renkli tüller düşünün. Bir örümcek ağı gibi denizin Marmara Denizi'nin yüzeyinden 30 metre derinliğe kadar olan bütün bölgeyi kaplayan bir örümcek ağı düşünün. İşte müsilaj bu. Müsilaj 2021 yılının nisan ayında yüzeye çıkmasaydı halen var olmayacaktı biliyor musunuz Cihat Bey? 1720'lerden beri bilim dünyası müsilajı biliyor Akdeniz Havzası'nda. 2016'da geldim ben Bandırma'ya. 23 yıl küsur Van'da çalıştım. Van'dan 2016'da geldiğimde ilk dikkatimi çeken olaylardan birisiydi. Kış aylarında balıkçıların müsilajdan şikâyet etmesi. Ve o günden itibaren uyarmaya başladım.

Fakat kimseye sesimizi duyuramadık. Yani herhalde sağır odalarda konuştuk. Yalıtımı çok iyi odalarda konuştuk. Sesimiz kendi içinde kayboldu. Kendi içimize kaçtı sesimiz. Biz sürekli konuştuk ama kimse duymadı. Ta ki 2021 yılında Marmara Denizi'nin kıyıları, koylar, körfezler, köpüklerle kaplandı. O zaman hepimiz korktuk. Hele hele daire fiyatlarının düşeceğini hayal edince sahildeki deniz gören evlerin fiyatlarının düşeceğini hayal edince işte o zaman kıyamet koptu. Kim bizim bu denizimizi bu hale getirdi diye hepimiz birbirimizi suçlamaya başladık. Kimse kendisine bakmadı.

"Marmara Denizi orjinal bir deniz. Karadeniz'in az tuzlu suları yüzeyde, Akdeniz'in çok tuzlu suları dipte yer alıyor. İkili bir su yapısı var Marmara Denizi'nde."

Herkes bir başkasını suçladı. Konu uzaylılara kadar gidiyor bence. Ama üzgünüm, müsilajın nedeni ne uzaylılardı ne de başka bir yerden gelenlerdi. Müsilajın nedeni biziz. Şöyle, müsilajın ortaya çıkması için bir sürü şart bir araya gelmeli. Ama üç tane temel tetikleyici olmadığı sürece felaket boyutunda 2021'de yaşadığımız gibi bir müsilaj ortaya çıkmıyor. İşte o felaket boyutundaki müsilajın ortaya çıkması için iklim değişikliğine bağlı deniz yüzeyi sıcaklıklarının 2021'deki gibi artmış olması lazım.

Marmara Denizi orjinal bir deniz. Karadeniz'in az tuzlu suları yüzeyde, Akdeniz'in çok tuzlu suları dipte yer alıyor. İkili bir su yapısı var Marmara Denizi'nde. Bu yapı dikey sirkülasyonları, karışımları sınırlandırıyor. Daha duran hale getiriyor Marmara Denizi'ni. Üçüncü olarak da eğer ortamda normalde olması gereken daha yüksek oranda azot fosforu varsa, yani kirlilik yüksekse müsilajın olması için bütün tetikleyiciler bir araya gelmiş oluyor. İşte 2021 yılında ortaya çıkan felaket boyutundaki müsilajın tetikleyicileri bunlardı. Şimdi bu müsilaj ortaya çıktığı anda önce yine bilim insanları konuştular, uzun uzun konuştular.

Geniş bir kesim ölü taklidi yaptı, duymamaya çalıştı. Kendiliğinden gitmeyeceği anlaşılınca da harekete geçildi. Bu harekete geçmede ilk ışığı yakan Marmara Belediyeler Birliği'dir. Hatırlarsanız siz beni aradınız. Beraber bir çalıştay gibi küçük bir toplantı yaptık. Sonra Belediyeler Birliği Başkanımız, o dönemki başkanımız Tahir Başkanımıza bir hazırlık yaptık. Çevre Bakanlığı'na iletildi konu. Sonra o çalıştaylar süreci başladı. Geniş katılımlı 5000 kişiden fazla insanın aynı anda katıldığı ki pandemi süreciydi bir araya gelemiyorduk online toplantılarla yapıldı bunlar ve sonuç itibariyle.

22 eylemden oluşan Marmara Denizi Eylem Planı hazırlanmış oldu. Katılımcılıkla hazırlandı. Tüm tarafların görüşleri, fikirleri alındı, bir araya getirildi. Asla bir araya gelmek istemeyen, aynı karede yer almak istemeyen bir sürü yetkili her şeyi unuttular Marmara Denizi için bir araya geldiler, aynı metnin altına imza attılar. İşte o zamanki o Marmara Denizi Eylem Planı Marmara Hepimizin sloganının tam olarak sonucuydu. Evet o eylem planı o günkü şartlarda Marmara hepimizin somut bir göstergesi olarak ortaya çıktı. 8 Haziran'da hızla yüzey temizliğiyle faaliyetler başladı.

Bilim kurulu oluşturuldu ve bilim kurulunun ben her hafta toplantıya gidiyordum buradan TÜBİTAK MAM’a Gebze'ye. Her hafta Bandırma’dan oraya gidiyordum. Her hafta biz toplanmaya başladık. Çalışmalar yapıldı, öneriler geliştirildi, stratejik plan için çerçeve oluşturuldu. Çok güzel bir çalışma takvimi içerisinde harika sonuçlar çıktı. Fakat Türkiye büyük bir ülke. Büyük başın derdi büyük oluyor. Hemen temmuz ayında Karadeniz bölgesinde sel felaketi ortaya çıktı. Onun arkasından ağustos ayında orman yangınları başladı.

Müsilaj unutuldu bir anda bütün dikkatler sel olunca Karadeniz'e Orman yangınları olunca Ege ve Akdeniz'e dönüverdi Ağustos'un 13'ü gibiydi sanırım 13 Ağustos gibi müsilajda yüzeyde tamamen görülmez hale gelince “Oh yaşasın kurtulduk” dedik. Bütün o tedbirleri yavaş yavaş gevşettik unuttuk.

Düzenlemeler yapıldı. Mesela Marmara Denizi'ni bir bütün olarak koruma alanı ilan ettik. Yani Kasım ayıydı sanırım. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle Marmara Denizi ve Adalar bir bütün olarak özel çevre koruma bölgesi ilan edildi. İddia ediyorum. Bizim gibi akademisyenler bin yıl biz uğraşsaydık -ki uğraşıyoruz ve kaç ömür uğraştı hocalarımız bizden önce- Marmara Denizi'ni bir bütün olarak bir koruma statüsüne kavuşturalım diye muvaffak olamamışlardı. Müsilaj belası şerden hayır doğurdu ve Marmara Denizi'ni bir bütün olarak koruma statüsüne kavuşturduk. Çok iyi yaptık. Çok iyi düzenlemeler yapıldı. Deşarj limitleri, azot fosfora dair deşarj limitleri değiştirildi. Daha hassas hale getirildi. Soğutma suyu ve deşarj ünitelerinin çıkışlarına büyük sanayi tesislerinde online izleme sistemleri kuruldu. Bunlar çok iyi şeyler. Bütün Marmara Denizi'nin çevresindeki atık arıtma tesislerinin ileri biyolojik arıtmaya dönüştürülmesi hedeflendi ve bilimsel olarak biz de 5 yıllık bir simülasyonun sonucunda eğer atık yükü %60 düzeyinde azaltılırsa Marmara Denizi'nin müsilaj öncesi şartlara döneceğini söyledik. Peki sonuç ne oldu?

22 eylemin 14'ü Marmara Denizi'nin atık yükünün azaltılması ile ilgiliydi. Üzgünüm, azaltamadık. 2021 yılında Marmara Denizi'ne ne gönderiyorsak aynısını göndermeye devam ediyoruz. Tabii şimdi hemen şöyle bir şey çıkacak karşımıza. İyi de kardeşim zaten yani 3 yıl içerisinde, 5 yıl içerisinde, 40 yılda yapılamayan arıtma tesisleri nasıl yapılacak? Bu para nereden gelecek? Yani evet bu soru haksız bir soru sayılmaz ama eğer konu bir insanın yaşamıyla kıyaslanacak olursa bir insanın kalbi durmak üzere veya akciğerleri iflas etmek üzere ve bunun da bir sürü başka işleri var. Bu böyle bir insan önce o işlerini mi yapar yoksa durmak üzere olan kalbinin veya nefes alamayacak hale gelmek üzere olan akciğerlerinin tekrar çalışmasını sağlayacak bir işlem mi yapar?

Herhalde ikinci şıkkı yaparız değil mi? Hepimiz kendi canını seven, canını her şeyden çok seven insanlar olarak. İşte Marmara Denizi bizim canımız fakat algımızda yok, algımızda olmadığı için halen ileri biyolojik arıtma tesislerini istediğimiz gibi yapamadık. Sanayi, organize sanayi bölgelerinden derelere, çaylara, oradan denize ulaşan atıklarda bir azaltmaya gidemedik.

"Acaba aynı şeyleri yapıp farklı sonuç bekleyerek biz müsilajdan kurtulabilecek miyiz? Hep aynı şeyleri yapıyoruz. Atık yükünü azaltmadık."

İyi tarım uygulamalarına geçecektik, geçemedik. Hatta hiçbir şey yapamadık tarımla ilgili. 19. Eylem ekosistem esaslı balıkçılık yönetimine geçip Marmara Denizi'nde koruma alanları oluşturacaktık. Ne ekosistem esaslı balıkçılık yönetimine geçebildik ne de bir iki tane sembolik nokta dışında doğru düzgün koruma alanı oluşturabildik. Şimdi zaman zaman bana soruluyor. Dün de yine soruldu. “İstanbul Boğazında bir köpüklenme var. Acaba bu müsilaja dönüşür mü?” Soruyu ben tersten sorayım. Acaba aynı şeyleri yapıp farklı sonuç bekleyerek biz müsilajdan kurtulabilecek miyiz? Hep aynı şeyleri yapıyoruz. Atık yükünü azaltmadık.

Kalıcı tedbirler olarak gördüğümüz 22 eylemin hayata geçmesinde sembolik bazı uygulamalar dışında köklü değişimi ortaya çıkaracak şeyleri henüz hayata geçiremedik. Tüm bunları yapamamışken acaba müsilajın yeniden ortaya çıkması riskini ortadan kaldırmış olabilir miyiz? Kaldıramayız. O zaman yapmamız gereken ta işte o şeye dönmemiz lazım. 2021'deki eylem planını açıkladığımız güne dönmemiz lazım.

Marmara hepimizin. Marmara hepimizinse, sorumluluk hepimizin. O zaman hep beraber Marmara'yı kurtarmak için harekete geçmemiz lazım. Kaybedecek zamanımız yok Cihat Bey.

A. Cihat Kahraman: Evet yine hocam bir hayli geniş bir çerçeveden konuyu ele aldınız.

Düzenlemelerin çok yerinde olduğunu ancak pratikte, düzenlemeleri yaparken ki başarı seviyesine ulaşamadığımızdan söz ettiniz. Bu şekilde ifade ettiniz. Aslında benim bir sonraki sorum sizin değerlendirmelerinizde biraz da toparlayıcı ve çözüm odaklı olması açısından çözüm adımlarını bize hatırlatmanız yönünde olacaktı. Ancak siz biraz önceki konuşmanızda satır aralarında hem çözüm adımlarını hem de bunların öncelikleriyle ilgili çok önemli bazı paylaşımlarda bulundunuz.

İleri biyolojik atık su arıtma tesislerine çok önemli bir vurgu yaptınız. İyi tarım uygulamalarının yeteri kadar başarılı bir şekilde hayata geçirilemediğinden, ekosistem esaslı balıkçılık ya da koruma alanlarının ilan edilmesiyle ilgili temel bazı aksaklıklardan çok önemli bir şekilde bahsettiniz ve bunları aslına bakarsanız sanki konuşmanızda bir öncelik sıralaması içerisinde olduğunu da ben anladım. Muhtemelen dinleyicilerimiz de o şekilde yorumlamıştır. Şimdi bildiğiniz gibi sizin de işaret ettiğiniz Marmara Denizi Eylem Planı ve akabinde hazırlanan Marmara Denizi Bütünleşik Stratejik Planı var. Ve bu bağlamda 8 Haziran günü bu stratejik plan doğrultusunda Marmara Denizi Günü olarak ilan edildi. 8 Haziran günü toplumsal farkındalık bağlamında bir şeyleri değiştirmeyi ve geliştirmeyi amaçlayan bir gün olarak ilan edildi. Hem bugünün hem de genel olarak toplumsal farkındalığın önemini bir takım sosyal kampanyalar da yürüten.Böyle klasik ve doğrudan bilim üretmeye çalışan bir bilim insanı olmadığınızı da bildiğimiz için. Sizin cümlelerinizle bu toplumsal farkındalığın önemini de biz dinlemek isteriz hocam kısaca.

Mustafa Sarı: Şimdi toplumsal farkındalığı geliştirmeden sevgili Cihat Bey, toplumsal farkındalığı ilerletmeden, güçlendirmeden Marmara Denizi'ni kurtarmamız ya da Marmara'yla güçlü bir iyi ilişki kurmamız mümkün değil. Onun için 8 Haziran'da her yıl kutlanan Marmara Denizi günü çok anlamlı ve çok önemli bir gün.

Bir yıl önceden bugüne hazırlanmalıyız. Henüz daha buna alışamadık belki bütün Marmara Denizi'nin çevresinde yaşayanlar olarak. Ama bunu sürdürdüğümüz sürece, bu devam ettiği sürece alışacağız. O farkındalığımız daha da yükselecek diye düşünüyorum. Doğru ve isabetli bir yaklaşımda belirlenmiş bir zaman ve müsilajı hiç unutmamamız gerektiği için de… Ve müsilaj temizliğinin başladığı gün, eylem planının başladığı gün olarak onun altını hep çizmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. Efendim biz insanlar olarak yani sorumlulukları pek üstümüze almak istemeyiz. Hatta bizim Anadolu'da yaygın kullandığımız bir atasözümüz var. “Suç samur kürk olsa kimse üstüne almaz” derler. Yani Marmara Denizi'nin kirlenmesinin, sorumlularının bu hale gelmesinin sorumluluğunu kimse üstüne almak istemez. Hepimiz birbirimizi suçlar dururuz. Halbuki sorumluluk hepimizde. Marmara hepimizinse sorumluluk da hepimizde. Peki bu sorumluluğu ben Mustafa Sarı olarak nasıl yapmalıyım? Tabii ki belediyeler kampanyalarla, o güne özel etkinliklerle bunları yapmalı, okullarda bu mutlaka dile gelmeli. Marmara Belediyeler Birliği olarak bakın siz ne güzel bir podcast serisi ortaya koyuyorsunuz, daha bir sürü şey yapacağınızı ben biliyorum.

Bunlar çok çok önemli ama bunların hepsinin can bulabilmesi için, ruhunun olabilmesi için bireylerin harekete geçmesi gerekiyor. Birey çok önemli. Birey olarak ben Mustafa Sarı Marmara Denizi'nde müsilajın tekrar ortaya çıkma riskini azaltmak için ne yapabilirim diye kendime sormalıyım. Yapabileceğim şeyler çok var aslında. Ne var hemen sayalım bunları.

Ben daha az atık çıkarabilirim. Yani fazladan ürettiğim her atık çünkü Marmara Denizi'ne geliyor. Daha az atık çıkarabilirim. Atıklarımı azaltabilirim. Suları kirletecek olan davranışlardan uzaklaşabilirim. Daha az suyu kirletecek davranışa sahip olabilirim. Neler mesela bunlar? Bakın Cihat Bey, eğer lavabonuzdan bir litre atık yağı denize dökerseniz o denizde bir milyon litre deniz suyunu kirletir. Bire bir milyon aradaki fark. Bir litre döktünüz, bir milyon litre suyu kirlettiniz. Bir litre çamaşır suyu kullandınız, bir milyon litre deniz suyunu kirlettiniz. Bir litre kireç çözücü kullandınız, bir milyon litre deniz suyunu kirlettiniz. Aradaki fark bu. O zaman hepimiz şimdi lavabolarımızın altındaki dolabın kapağını bir açalım. Açalım bir bakalım oraya orada ne var? Orada ne var bakın sayalım. Deterjanlarımız var. Yani renkliler için ayrı, siyahlar için ayrı, beyazlar için ayrı deterjanlarımız var. Bulaşık deterjanlarımız var. Kir efendim por çözücülerimiz var. Kireç çözücülerimiz var. Leke çıkarıcılarımız var. Parlatıcılarımız var. Sayalım mı daha? Ben kendi evimdeki dolabı açıp baktığımda 14 farklı kimyasal saydım. Ve bunların hepsinin üstünde şöyle bir uyarı var. Normal cilde ve göze zararı vardır. Temas etmeyiniz, eldivensiz kullanmayınız. Zehirlenme vakası olduğu takdirde ulusal zehir merkezine acilen arayınız. Veya en yakın sağlık kuruluşuna başvurunuz. Şimdi ben çamaşır suyunu döktüm. Çamaşır suyu oradan kanalizasyona karıştı. Bakın adı da kanalizasyon. Ya atık borusu kanalizasyon deyince çok kibarlaştırıyoruz. Atık su borusu. Bizim evimizdeki atıkların borusu. Oradan gitti bir şeye toplama merkezine. O toplama merkezinde mikserlerle karıştırıldı, sıvılaştırıldı. Sonra büyük pompalarla efendim denizin dibine doğru basıldı. O atıklar denize karıştı tam o denizin o atıkların olduğu yerde bir tane tekir balığı vardı varsayalım ki tekir balığı bundan zarar gördü hangi zehir merkezinin arasında tekir balığı hangi sağlık kuruluşuna başvursun? Ağzı yok, dili yok bu hayvanların. Denizin dili yok. Denizin eğer dili olsaydı Cihat Bey, balıkların eğer dili olsaydı, sözü olsaydı bize neler derlerdi? Bilemiyorum.

O zaman ne olursunuz hep beraber, hepimiz dikkat ederek kullandığımız deterjanları, şampuanları birer birim azaltarak hayatımıza devam ettiğimizde hayatımızın hiç konforundan bir şey kaybetmeyeceğimizi göreceğiz. Lütfen bunu yapalım. Bireysel olarak harekete geçelim. Sonra yani belediye başkanlarımız şimdi yeni seçildi. Bize oy istemeye geldiler. Şimdi seçimler bitti. Biz onları tebrik ettik. Çalışmaya başladılar. Belediye başkanlarımızdan, meclis üyelerimizden talep edelim. Ben Marmara Denizi'nin kirlenmesini istemiyorum. Marmara Denizi'nin kirlenmemesi için siz ne yapıyorsunuz? Ben nasıl katkı yapabilirim? Ben de katkı yapmak istiyorum. Bütün suçu size atmıyorum. Bütün işi sizden de beklemiyorum. Talep edelim. Bakanlık yetkililerini gördüğümüzde, kaymakamlarımızı, valilerimizi gördüğümüzde talep edelim efendim, talep edelim. Deniz bizim, deniz hepimizin. O zaman toplumsal duyarlılığı geliştirmek de her bir fert olarak hepimizin üstüne düşen bir görev. Ve ben Mustafa Sarı olarak, siz Ayşe Kara olarak, öbürü Mehmet Kırmızı olarak çok şey yapabilir. Ve bunu yapmak için lütfen bugünden daha tezi yok, harekete geçelim.

A. Cihat Kahraman: Duygularımıza ve vicdanımıza da aslında temas eden bu cevap hem sarsıcı hem de direkt işlevsel konulara işaret etmeniz açısından çok öğretici oldu bizim için hocam. Tabii belki çok daha uzun konuşulabilir ancak yayınımızı burada sonlandırmamız gerekiyor. Konforlu bir dinleme deneyimi için de bunu yapmamız gerekiyor. Bu verimli yayın için ben kendi adıma çok istifade ettiğimi düşünüyorum. Umuyorum dinleyicilerimiz de istifade etmişlerdir. Bu nedenle saygıdeğer hocamız Prof. Dr. Mustafa Sarı'ya çok teşekkür ediyoruz. Bizi her fırsatta motive ederek, heyecanla ortak ettiği için de kendimizi çok şanslı hissediyoruz.

Marmara Deniz Serisi'nin bir sonraki bölümünde görüşmek dileğiyle, hoşçakalın.